İmam-ı Rabbani KS Mektubatından...

Başta hocaefendilerimiz olmak üzere büyük zatların tasavvuf tanımları, tasavvufun inceliğine dair yazılar, vs...
seyir

İmam-ı Rabbani KS Mektubatından...

Post by seyir »

Esselamualeyküm sevgili kardeşlerim.
İlmimizin, feyzimizin artması temennisiyle.

190.Mektub

Bu mektûb, mîr Muhammed Nu?mân Bedahşînin çocuklarından birine yazılmışdır. Zikr anlatılmakda ve lüzûmlu nasîhatler verilmekdedir:

Elhamdü lillahi Rabbil?âlemîn, vessalâtü vesselâmü alâ seyyidilmürselîn ve âlihi ve eshâbihittâhirîn ecma?în.

İyi bil ki, senin se?âdetin ve belki bütün insanların se?âdeti ve herkesin dünyâ ve âhıret sıkıntılarından kurtulması, sâhibimizin zikri ile olur. Elden geldikçe her zemân zikr yapmalıdır. Ondan bir ân gâfil kalmamalıdır. Cenâb-ı Hakka çok hamd ve şükr olsun ki, her ân zikr etmek, bu büyüklerin yolunda, dahâ başlangıcda nasîb olmakdadır. Sonda kavuşulabilecek ni?metler, başlangıcda tatdırılmakdadır. Bunun içindir ki, tesavvuf yolunda ilerlemek isteyenlerin bu yolu seçmeleri en uygundur ve en doğrudur. Hattâ, lâzımdır. Bunun için, sana önce lâzım olan, herşeyden yüz çevirip, bu yüksek yolun büyüklerine bağlanmandır! O büyüklerin kalblerinden, rûhlarından fâidelenmek için yalvarmalısın! Önce zikr lâzımdır. Zikr, hâtırlamak, anmak demekdir. Göğsün sol tarafındaki kalb, yürek denilen et parçasını düşünürsün. Bu et parçası, gönül denilen hakîkî kalbin yuvası gibidir. ALLAH mubârek ismini, hayâlin ile bu kalb üzerinden geçirirsin. Bu ânda, hiçbir uzvunu oynatmazsın. Yalnız kalbini düşünerek oturursun. Kalbin şeklini, anatomik yapısını düşünmezsin. Çünki, kalbin yerini düşünmek lâzımdır. Kalbin kendisini tesavvur etmek, hâtırlamak lâzım değildir. Allah ismini, kalbin bulunduğu yerde hâtırlarken, hiçbir şeye benzemez diye düşünürsün! Allahü teâlânın sıfatlarını da düşünmezsin. Hâzır ve nâzır olduğunu dahî düşünmezsin. Böylece, Zât-i teâlâ yüksekliğinden; sıfatlara düşmemiş olursun ve kesretde vahdeti görmek derecesine inmezsin. Mahlûkları görüp, bunlara bağlı kalıp avunarak, hiçbirşeye benzemiyen varlığa bağlanmakdan mahrûm kalmıyasın. Çünki mahlûklarda görülen, anlaşılan herşey, o olamaz. Çoklukda görülenler, bir olanı görmek olamaz. Hiçbirşeye benzemiyeni, bilinen, anlaşılan şeylerin dışında aramak lâzımdır. Ayrılmıyan, bölünmiyen, hiç değişmiyen birşey, çok olan, başka başka olan şeylerde bulunamaz. Zikr ederken, bir Velînin görünüşü, kendiliğinden hâsıl olursa, o görünüşü de kalbde durdurmalıdır. Böylece zikre devâm etmelidir. Velî dediğimiz zât, Allahü teâlâya kavuşduran yolu gösterendir. Yolda, ondan yardım, imdâd gelen zâtdır. Yoksa cübbe, külâh, diploma edinip, şeyh efendi olarak köşede oturan câhil değildir. Âdetlere, gösterişlere, yaldızlı sözlere aldanmamalıdır. Evet, kâmil ve mükemmil bir zâtdan, bereketlenmek, fâidelenmek için elbise, çamaşır gibi şey almak, onu inanarak ve saygı ile kullanmak çok fâide ve feyz verir. Fekat, veren olgun, alan uygun olmak lâzımdır.

Bu yolda rü?yâlara güvenmemeli, kıymet vermemelidir. Bir kimse, rü?yâda, kendini devlet başkanı görse, yâhud kutb, Velî olduğunu görse, uyanık iken de böyle olmuş değildir. Uyku içinde değil, uyanık iken böyle olmak lâzımdır. Uyanık iken kavuşulan şeyler kıymetlidir.

Şunu iyi bilmeli ki, zikrin fâideli olması ve bunun te?sîr etmesi için, islâmiyyete yapışmak lâzımdır. Ehl-i sünnet âlimlerinin ?rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma?în? bildirdikleri gibi inanmak, farzları, sünnetleri yapmak ve harâmlardan, şübhelilerden kaçınmak elbette lâzımdır. Bunları Ehl-i sünnet âlimlerinden ve bunların kitâblarından öğrenmelidir. [Sapık kimselerden, bozuk din adamlarından, din câhillerinin, mezhebsizlerin kitâb ve gazetelerinden öğrenilen şeyler insanın dînini bozar. Zikrinin, ibâdetlerinin fâidesi olmaz. Dünyâda felâketlerden, âhıretde azâbdan kurtulamaz.] Vesselâm.

Nemâz kalbi temizler, kötülükden men? eder.
Münevver olamazsın, nemâzın kılmadıkça!

Not: Köşeli parantez içindeki metinler, çevirmenin notlarıdır.
Esselamualeyküm
seyir

93.Mektub

Post by seyir »

93.Mektub

Bu mektûb, İskender Hân-i Lodîye yazılmışdır. Her ân Allahü teâlâyı zikr etmek lâzım olduğu bildirilmekdedir:

Beş vakt nemâzı cemâ?at ile kıldıkdan ve bunların sünnetlerini de kıldıkdan sonra, bütün vaktlerinde Allahü teâlâyı zikr etmek, hâtırlamak lâzımdır. Kalbde başka hiçbirşeye yer vermemelidir. Yirken, içerken, uyurken, gelirken, giderken hep zikr yapmalıdır. Zikrin nasıl yapılacağını öğrenmiş idiniz. Öğrendiğiniz gibi yapınız! Zikr yapmakda gevşeklik duyarsanız, kalbinizin niçin dağıldığını araşdırınız! Bundan sonra, kalbi toparlamağa çalışınız! Boyun bükerek ve ağlayarak, kalbdeki karartının gitmesi için, Allahü teâlâya yalvarınız. Şeyhi, ya?nî zikr etmesini size öğreten kimseyi, araya koyunuz! Her güçlüğü, her sıkıntıyı gideren, ancak Allahü teâlâdır.

Bir kefendir âkıbet, sermâye-i beğ ve fakîr,
Varlığa mağrur olan, mecnûn değil de, yâ nedir?
seyir

278.Mektub

Post by seyir »

278.Mektub

Bu mektûb, molla Abdülkerîm-i Sennâmîye yazılmışdır. Herkese, i?tikâdı düzeltdikden ve işlerini islâmiyyete uydurdukdan sonra, kalbin selâmetde olmasına çalışmak lâzım olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği kullarına selâm olsun! Kardeşimin kıymetli mektûbu geldi. Bizleri sevindirdi. Dostlarımıza olan nasîhatımız şudur: İ?tikâdı, îmânı, Ehl-i sünnet velcemâ?at âlimlerinin kitâblarında bildirdiğine uygun olarak düzeltmelidir. Allahü teâlâ onların çalışmasına bol bol iyilikler ihsân eylesin! Bundan sonra farz, vâcib, sünnet, mendûb, halâl, harâm, mekrûh, müştebeh olan fıkh hükmlerini öğrenmeli, her işi bunlara uygun yapmalıdır. Îmânı ve işleri düzeltdikden sonra, kalbi Allahü teâlâdan başka şeylere tutulmakdan kurtarmak lâzımdır. Kalbin selâmeti için de, kalbe Allahü teâlâdan başka hiçbirşeyin düşüncesini getirmemek lâzımdır. Eğer bir kimse, bin sene yaşamış olsa, kalbine Allahü teâlâdan başka hiçbir düşünce hiçbir zemân gelmemelidir. Bu sözümüz yanlış anlaşılmasın. Kalbde düşünülen şeyler, Allahü teâlâdan başka bilinmemeli demek istemiyoruz. Çünki, tevhîdi murâkabe edenlerde de başlangıcda bu hâl hâsıl olur. Bizim dediğimiz, kalbe hiçbir zemân, hiçbir düşünce gelmemelidir. Kalbe hiçbir düşüncenin gelmemesi için, Allahü teâlâdan başka herşeyi unutmak lâzımdır. Öyle unutmalıdır ki, birşeyi düşünmek için kendisini zorlasa, düşünemez olmalıdır. Bu çok kıymetli ni?mete (Fenâ-i kalb) denir. Bu, yolun başlangıcında ele geçer. Vilâyetin bütün derecelerine bundan sonra kavuşulur. Fârisî beyt tercemesi:

Bir kimsede hâsıl olmazsa Fenâ,
Hak teâlâya yol bulamaz aslâ!

Bu büyük ni?mete kavuşduran yolların en kısası, Ebû Bekr-i Sıddîkdan gelen yoldur ?radıyallahü teâlâ anh?. Çünki, bu büyüklerin yolu, Âlem-i emrden başlamakdadır. Kalbden, kalbin sâhibine yol aramışlardır. Başka tarîkatlerdeki riyâzetler ve mücâhedeler yerine, sünnete yapışmışlar, bid?atden sakınmışlardır. [(Riyâzet) nefsin istediklerini yapmamakdır. (Mücâhede), nefsin istemediklerini yapmakdır.] Behâüddîn-i Buhârî ?kuddise sirruh? hazretleri buyurdu ki, (Bizim yolumuz, yolların en kısasıdır). Lâkin sünnete yapışmak çok güç birşeydir. Bu büyüklere uyanlara, onların yoluna katılanlara müjdeler olsun! Mevlânâ Nûreddîn-i Câmî hazretleri buyurdu ki, fârisî beytler tercemesi:

Behâiyye, ne güzel götürücüdür!
Yolcuları gizlice yerine götürür.

Sözlerinin tadı sâliklerin kalbinden,
Halvetde çile çekmek fikrini süpürür.

Bir câhil bu büyüklere dil uzatırsa,
Cevâb vermeğe değmez dersem iyi olur.

Hep arslanlar, bu zincire bağlanmışlardır,
Kurnaz tilki bu zinciri nasıl koparır?

Kâdî Muhammed Şerîfin mektûbu geldi. Fakîrlere olan aşırı sevgisi anlaşıldı. Hoşumuza gitdi. Fakîrin düâsını kendisine ulaşdırınız. Kardeşimiz şeyh Habîbullahın kıymetli mektûbu da geldi. Babasının vefât etdiği yazılı idi. Hepimiz Allahü teâlâ için yaratıldık. Sonunda Onun huzûruna varacağız. Fakîrin ?kaddesallahü teâlâ sirrehül?azîz? düâsını ulaşdırıp başsağlığı dileyiniz! Kendisine söyleyiniz ki, düâ ile, Fâtiha ile, istigfâr ile merhûm babasına imdâd ve yardım eylesin! Çünki mezârdaki ölü, denizde boğulmak üzere olan kimse gibi imdâd bekler. Oğlundan veyâ anasından, babasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek olan bir düâyı bekler.

Şeyh Ahmedînin bu büyüklerin yoluna katıldığını ve fâidelendiğini bildiriyorsunuz. Allahü teâlâ, bu doğru yolda ilerlemesini nasîb eylesin! Kendisi yeni müslimân olduğu için, ona fârisî kitâblarda yazılı olan Îmân bilgilerini ve fıkh hükmlerini öğretiniz! Farz, vâcib, sünnet, mendûb, halâl, harâm, mekrûh ve müştebeh olan şeyleri öğrensin ve bunlara göre işlerini düzeltsin! (Gülistân), (Bostân) kitâblarını öğrenmek ve öğretmek, îmân ve fıkh bilgileri yanında, boşuna vakt geçirmek olur. Vesselâm.
seyir

303.Mektub

Post by seyir »

303.Mektub

Bu mektûb, müezzin hâcı Yûsüfe yazılmışdır. Ezân kelimelerinin ma?nâlarını bildirmekdedir:

Evvelâ Allahü teâlâya hamd ederim! Sevgili Peygamberine salevât eder, iyilikler dilerim! Biliniz ki, ezânın kelimeleri yedidir:

ALLAHÜ EKBER: Allahü teâlâ, büyükdür. Ona birşey lâzım değildir. Kullarının ibâdetlerine de muhtâc olmakdan büyükdür. İbâdetlerin, Ona hiç bir fâidesi yokdur. Bu mühim ma?nâyı, zihnlerde iyi yerleşdirmek için, bu kelime, dört kerre söylenir.

EŞHEDÜ EN LÂ İLÂHE İLLALLAH: Kibriyâsı, büyüklüğü ile ve kimsenin ibâdetine muhtâc olmadığı hâlde, ibâdet olunmağa Ondan başka kimsenin hakkı olmadığına şehâdet eder, elbette inanırım. Hiçbirşey Ona benzemez.

EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN RESÛLULLAH: Muhammedin ?aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm?, Onun gönderdiği Peygamberi olduğuna, Onun istediği ibâdetlerin yolunu bildirici olduğuna ve Allahü teâlâya, ancak Onun bildirdiği, gösterdiği ibâdetlerin, yaraşır olduğuna şehâdet eder, inanırım.

HAYYE ALESSALÂH, HAYYE ALELFELÂH: Mü?minleri, felâha, se?âdete, kurtuluşa sebeb olan, nemâza çağıran iki kelimedir.

ALLAHÜ EKBER: Ona lâyık bir ibâdeti kimse yapamaz. Herhangi bir kimsenin ibâdetinin Ona lâyık, yakışır olmasından, çok büyükdür, çok uzakdır.

LÂ İLÂHE İLLALLAH: İbâdete, karşısında alçalmağa müstehak olan, hakkı olan ancak Odur. Ona lâyık bir ibâdeti kimse yapamamakla berâber, Ondan başka kimsenin ibâdet olunmağa hakkı yokdur.

Nemâzın şerefinin büyüklüğünü, onu herkese haber vermek için seçilmiş olan, bu kelimelerin büyüklüğünden anlamalıdır. Fârisî mısra? tercemesi:

Senenin bereketi, behârından belli olur.

Yâ Rabbî! Peygamberlerin efendisi, en üstünü hurmetine ve şerefine ?aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât? bizleri, istediğin gibi nemâz kılanlardan ve azâbından kurtulanlardan eyle! Âmîn.
seyir

402.Mektub

Post by seyir »

402.Mektub

MEVZUU: Nasihattir...

NOT: İmam-ı Rabbani Hz-leri bu mektubu, Seyyid mir Muhibbüllah'a yazmıştır.

***

Allahu Teala, bize ve size ecdad-ı kiramınızın yolunda sebat ihsan eylesin. Seyyidü'l-enam Habibi hürmetine... Ona ve âline salât ü selâm olsun.

Bu taraftaki fukaranın (dervişlerin) hal ve vaziyetleri hamd olsun Sübhan Allah'a iyidir.

Daima Allah'a hamd ü şükürler olsun. Peygamberine dahi, daima salât ü selâm olsun.

Sübhan Allah'tan temenni: Selâmetiniz, afiyetiniz, sebat ve istikametinizdir.

***

Ey mükerrem, müşfik mahdum,

Amellerle vazifelenme zamanı geçmektedir. Her an, geçip gittikçe, ömürden bir parça götürmekte ve zamanı belli ecele de yaklaştırmaktadır. Şayet bugün uyanmak hasıl olmaz ise, yarın elde edilen kazanç, hasret ve nedametten başka olmaz.

Bu sayılı günlerde, şeriat-ı garra üzere, muamelelerde ihtimam göstermek gerekir; ta ki necat tasavvur edile...

Bu vakit, amel (çalışmak) vaktidir; rahat vakti değildir. Amelin semeresi olan rahat önümüzdedir. Amel zamanı, istirahat etmek, ziraatı boşa çıkarıp semeresine engel olmaktır.

Bundan daha ziyadesi baş ağrıtmaktır. Sübhan Allah'tan maddi ve manevi devletin husulünü dileriz.

***
seyir

401.Mektub

Post by seyir »

401.Mektub

MEVZUU: Kazaya rıza beyanıdır.

NOT: İmam-ı Rabbani Hz.leri bu mektubu, Molla Bediüddin'e yazmıştır.

***

Allah'a hamd olsun. Selâm, onun seçmiş olduğu kullarına.

Asıl makbul kul odur ki, Mevlâ'sının işine razı olur. O kimse ki, nefsinin rızasına tabidir; nefsinin kölesidir.

Eğer Mevlâ, kulun boğazının bıçakla kesilmesi emrini verecek olsa; kula düşer ki, bu emir vaktinde mesrur ve mütebessim ola... Mevlâ'sının bu fiiline nefsi için razı olmalıdır. Hatta yerinde olur ki, onunla lezzet ala. Eğer bu fiilden dolayı onda bir sevimsizlik hasıl olsa ve ondan yana gönlüne bir darlık gelse, o kimse, kulluk dairesinden uzaktır; Mevlâ'nın yakınlığından da tard edilmiştir; kovulmuştur.

Taun dahi, Sübhan Hakkın muradıdır; yerinde olur ki, bunu kul kendi nefsinin muradı bile... Bununla mesrur ve mütebessim ola... Yüzünü buruşturup dar gönüllü olmaya... Hatta, yerinde olur ki, onunla mütelezziz ola... Zira o, Mahbub Zat'ın fiilidir. Kaldı ki, herkesin de yazılı bir eceli vardır. Bunda, ziyade ve noksan ihtimali yoktur. Durum böyle olunca, ıstırabın manası nedir?

Netice mana şu ki: Beliyyeden afiyet talep edile... Onun kalkması için, Sübhan Hakka iltica edile... Bilhassa onun darlığına ve gazabına uğramaktan. Zira, Aliahu Teala'nın rızası, kulunun duasında ve dileğindedir. Bu manada şu ayeî-i kerime vardır:

"Rabbiniz dedi ki:

-Bana dua edin ki, kabul edeyim."(40/60)

***

Mevlâna Abdürreşid geldi; o tarafın hallerinden beyanda bulundu. Allahu Teala, sizlere zahir ve batın beliyyelerden yana afiyet versin.

***
seyir

171.Mektub

Post by seyir »

171.Mektub

Bu mektûb, molla Tâhir-i Bedahşîye yazılmışdır. Tesavvuf yolunda olanın, Allah için, aşağılık göstermesi, kulluk vazîfelerini yapması ve islâmiyyete uyması ve sünnet-i seniyyeye yapışması ve günâhlarını görüp korkması lâzım olduğu bildirilmekdedir:

Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun. Peygamberlerin efendisine salât ve selâm olsun. Onun temiz Âline ve Eshâbının hepsine iyi düâlar olsun! ?sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ Âlihi ve Eshâbihi ecma?în?.

Biz fakîrlerin, Allahü teâlâya karşı aşağı, küçüklük düşüncesi içinde olmamız, herşeyi Ondan beklememiz, kalbi kırık, hep yalvarıcı ve Ona sığınıcı olmamız, kulluk vazîfelerini yapmamız, islâmiyyetin dışına taşmamamız ve sünnet-i seniyyeye sıkı sarılmamız lâzımdır. Hayrlı işler yaparken niyyetlerimizi düzeltmeliyiz. Kalblerimizi, dünyâya düşkün olmakdan kurtarmalıyız. Her uzvumuz islâmiyyete teslîm olmalıdır. Ayblarımızı görüp, günâhlarımızın çokluğunu düşünüp, Allahü teâlânın intikâm almasından korkmalıyız. İyiliklerimizi az görmeli, günâhlarımız az olsa da, çok bilmeliyiz. Şöhret sâhibi olmakdan, insanlar arasında iyi tanınmakdan çok korkmalı, titremeliyiz. Peygamberimiz ?sallallahü aleyhi ve sellem?, (Din veyâ dünyâ işlerinde iyi tanınarak parmakla gösterilmek, bir kimseye zarar olarak yetişir. Bu zarardan ancak Allahü teâlânın koruduğu kurtulabilir) buyurdu. İnsân, niyyeti ve işleri, ne kadar hâlis ve iyi olsa da, kendini kusûrlu ve kabâhatli bilmelidir. Tesavvuf yolunda, ele geçen ni?metlere, hâllere, zevklere güvenmemeli, ne kadar doğru ve islâmiyyete uygun olsalar da, bunlara özenmemelidir. Dîne yapdığı hizmetlere, islâmiyyeti kuvvetlendirmesine ve insanların doğru yola gelmelerine sebeb olmasına güvenmemeli ve bunlarla övünmemelidir. Bu güzel işleri, kâfirler ve fâcirler de yapabilir. Resûlullah ?sallallahü aleyhi ve sellem?, (Çok olur ki, Allahü teâlâ bu dînini fâcir kimse ile kuvvetlendirir) buyurdu. Dînini öğrenmek, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için gelenleri, arslan ve kaplan gibi zararlı bilmeli, bunun kendi harâblığına sebeb olmaması için çok korkmalıdır. Talebe gelince, kendinde sevinç duyarsa, bunu küfr ve şirk bilmelidir. Hemen tevbe, istigfâr ederek bu sevinci gidermelidir. Onun yerine korku ve üzüntü yerleşinceye kadar uğraşmalıdır. Hele, talebenin malında gözü olmakdan, ondan fâide beklemekden çok sakınmalıdır. Böyle olursa, talebe istifâde edemez ve pîrin harâb olmasına sebeb olur. Çünki bu yolda, yalnız hâlis din isterler. Zümer sûresinin üçüncü âyetinde meâlen, (Biliniz ki, Allahü teâlâ için olan din, yalnız Onun için olan hâlis dindir) buyuruldu. Allahü teâlânın katında şirke hiçbir sûretle yol yokdur. Kalbe gelen her sıkıntı ve karartı, tevbe, istigfâr ve pişmânlık ile ve Allahü teâlâya sığınarak, kolayca giderilebilir. Fekat, bu alçak dünyâ için gelen karartı, leke, kalbi büsbütün karartır, harâb eder. Bunu temizlemek çok güç olur. Resûlullahın ?sallallahü aleyhi ve sellem?, (Dünyâya düşkün olmak, günâhların başıdır) hadîs-i şerîfi çok doğrudur. Allahü teâlâ, bizi ve sizi, dünyâya düşkün olmakdan kurtarsın! Dünyâya düşkün olanları sevmekden ve onlarla arkadaşlık etmekden, düşüp kalkmakdan korusun! Çünki o, öldürücü zehrdir ve iyi olmaz bir hastalıkdır ve büyük belâdır ve bulaşıcı hastalıkdır. Akllı kardeşim şeyh Hamîd yanınıza gelmekdedir. Ondan işiteceğiniz yeni, tâze haberlerin kıymetini biliniz. Gerisini, buluşunca bildiririm.
seyir

177.Mektub

Post by seyir »

177.Mektub

Bu mektûb, Cemâleddîn Hüseyn-i Bedahşîye yazılmışdır. İ’tikâdı, Ehl-i sünnet i’tikâdına göre düzeltmek lâzım olduğu bildirilmekdedir:

Hâce Cemâleddîn-i Hüseyn, gençlik zemânını büyük ni’met biliniz! Elden geldiği kadar, bu zemânı, Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmakla geçiriniz! Bunun için de, herşeyden önce, i’tikâdı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine göre düzeltmek lâzımdır. İkinci olarak fıkh bilgisini öğrenmeli ve işleri, bu bilgiye uygun yapmalıdır. Ancak bunlardan sonra, tesavvuf yolunda ilerlemeğe sıra gelir. Bunları yapabilen, felâketlerden kurtulur. Yapmıyanlar kurtulamaz. Hâce Muhammed Sâlihin çocuklarına yardım ediniz! Onlara yardım, babalarına yardım demekdir. Fârisî mısra’ tercemesi:

Aranılan hazîneyi gösterdim sana!

Vesselâm.!
seyir

281.Mektub

Post by seyir »

281.Mektub

Bu mektûb, seyyid mîr Muhammed Nu’mâna “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” yazılmışdır. Silsile-i aliyye-i Sıddîkiyyeye bağlanmağa şükr etmekde, bu yolu övmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği kullarına selâm olsun! Bu büyük ni’metin şükrü hangi dil ile yapılır? Allahü teâlâ, biz fakîrleri, îmânımızı, i’tikâdımızı Ehl-i sünnet vel-cemâ’at âlimlerinin “şekkerallahü teâlâ sa’yehüm” bildirdiklerine göre düzeltdikden sonra, Sıddîkdan gelen yola sülûk etmekle şereflendirdi. Bizleri, o büyüklerin mensûbları yapdı. Bu fakîre göre, bu yolda bir adım ilerlemek, başka yollarda yedi adım ilerlemekden dahâ fâidelidir. Peygamberlere uyarak ve vâris olarak, onların kemâlâtına kavuşduran yol ancak bu yüksek tarîkdir. Başka yollar, vilâyetin kemâlâtının sonuna ulaşdırır. Oradan Peygamberlik kemâlâtına kavuşduran yol açılmamışdır. Bunun içindir ki, bu fakîr kitâblarımda ve mektûblarımda, bu büyüklerin yolunun, Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” yolu olduğunu yazdım. Eshâb-ı kirâm verâset yolu ile, Peygamberlik kemâlâtından çok şeylere kavuşdukları gibi, bu yolun sonuna varanlar da, onlara uydukları için, o kemâlâtdan çok şeylere kavuşurlar. Bu yolun başında ve ortasında olanlar, sonunda bulunanları çok sevdikleri için, (Kişi, sevdiği ile berâber olur) hadîs-i şerîfindeki müjdeye kavuşurlar. [Bu hadîs-i şerîfi, Abdüllah ibni Mes’ûddan “radıyallahü teâlâ anh” (Buhârî) ve (Müslim) bildirmekdedir. (Künûz-üd-dekâık)da da yazılıdır.] Bu yola girip de, birşeye kavuşamıyan ve zarar eden kimse, bu yolun edeblerini gözetmiyen ve yenilikler, reform yapan ve edeblere uymayıp, rü’yâlarına, hulyâlarına uyan kimsedir. Bu kimsenin yoldan çıkmasında, felâkete sürüklenmesinde, yolun günâhı nedir? O, rü’yâlarının, hulyâlarının yolunda gitmekdedir. Türkistân yoluna dönmüşdür. Kâ’be yolundan sapmışdır. Elbette hâcı olamaz. Fârisî beyt tercemesi:

Korkarım ki, ey câhil, Kâ’beye varamazsın!
Kâ’beyi sayıklama, Türkistân yolundasın!

Oradaki sevdiklerimizin ve bu tarîka girenlerin toplandıkları ve çalışdıkları bir sırada sizin oradan ayrılmanızı iyi görmüyorum. Bundan önce bize gelmenizi işâret etmiş idi isem de, bu yolculuğunuz şartlara bağlı idi. Şimdi de bu şartları gözetmelisiniz! Birkaç istihâre yaparak kalbinizde râhatlık, genişlik olduğunu iyi anladıkdan sonra ve yerinize birini oturtarak oradaki çalışmaların sarsılmayacağı te’mîn edildikden sonra, buraya gelmeniz doğru olabilir. Bu şartlar yapılmazsa, oradaki çalışmaları bozmayınız! Tâliblerin topluluğunu gevşetmeyiniz! Dahâ çok yazmıyorum. Vesselâm.
seyir

40.Mektub

Post by seyir »

40.Mektub

Bu mektûb, yine Muhammed Çetrîye yazılmışdır. İhlâsı bildirmekdedir:

Allahü teâlâya hamd ederiz. Onun Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem” düâ ve selâm ederiz. Oğlum! Sülûk konaklarını ve cezbe makâmlarını geçdikden sonra, anlaşıldı ki, seyr ve sülûkdan maksad, ya’nî tesavvuf yolculuğundan maksad, ihlâs makâmına varmakdır. İhlâs makâmına kavuşabilmek için, enfüsî ve âfâkî ma’bûdlara tapınmakdan kurtulmak lâzımdır. İhlâs, islâmiyyetin üç kısmından birisidir. Çünki, islâmiyyet üç kısmdır: İlm, amel ve ihlâs. Görülüyor ki, tarîkat ve hakîkat, islâmiyyetin bir kısmı olan, ihlâsı elde etmeğe yarar, ya’nî islâmiyyetin yardımcısıdır. Sözün doğrusu da budur. Ne yazık ki herkes bunu anlıyamıyor. Rü’yâlar ile, hayâller ile aldanarak kanâ’at ediyorlar. Çocuk gibi, ceviz meviz ile vakt geçiriyorlar. Böyle kimselerin, islâmiyyetin üstünlüğünden, inceliğinden ne haberi olur? Tarîkatin ve hakîkatin ne olduğunu nasıl bilirler? İslâmiyyeti cevizin kabuğu gibi bir örtü sanıp, cevizin özü, tarîkatdir, hakîkatdir derler. İşin iç yüzünü görememişler, aşkdan, zevkden işitdikleri, ezberledikleri sözlerle avunurlar. Ahvâl ve makâmlara kavuşmak için can atarlar. Bunları birşey sanırlar. Allahü teâlâ bunlara, doğru yolu görmek nasîb etsin. Bize ve size ve bütün sâlih kullarına selâmet versin! Âmîn.

Niçin kılmazsın, farz-ı sünneti?
Değil misin Muhammedin ümmeti? (Aleyhisselâm)
Anmazmısın, Cehennemi, Cenneti?
Îmân sâhibi kul böyle mi olur?
seyir

230.Mektub

Post by seyir »

230.Mektub

Bu mektûb, şeyh Yûsüf-i Berkîye yazılmışdır. Hâsıl olan ile doymayıp, dahâ yüksek şeyleri istemek lâzım olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği kullarına selâm olsun! Mubârek hâllerinizden birkaçını meyân Bâbû bildirdi. Bunların neleri gösterdiğinin bildirilmesini istedi. Bunun için birkaç kelime yazıyorum. Yavrum! Böyle hâller, bu yolun başlangıcında bulunan acemîlerde çok hâsıl olur. Bunların hiç kıymeti yokdur. Bunları yok etmek lâzım olur. Sona kavuşmağı göstermezler. Son nerede, kavuşmak nerede? Arabî beyt tercemesi:.

Sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acabâ?
yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada.


Allahü teâlâ, bilinemez, anlaşılamaz. Görülebilen, anlaşılabilen, şühûd ve mükâşefe yolu ile belli olan herşey, o değildir. Allahü teâlâ, ötelerin ötesidir. Sakın, bu yolda ceviz gibi, cam parçaları gibi parlak görünen değersiz şeylere, çocuklar gibi aldanmayınız ve yolun sonuna kavuşdum sanmayınız! Hâsıl olan hâlleri ve rü’yâları, câhil olan şeyhlere bildirmeyiniz! Onlar, anlamadıkları için, az birşeyi çok sanırlar. Başlangıcda olanları, sona kavuşmuş sayarlar. Elverişli olan tâlib, böylece kendini sona ermiş sanır, çalışması gevşer. Olgun kimseyi aramalıdır. Gönül hastalıklarının ilâcını ondan sormalıdır. Kâmil olanı buluncıya kadar, hâsıl olan hâlleri () derken yok etmelidir. (), yok demekdir. Sonra, hiçbirşeye benzemiyen, düşünülemiyen Hak teâlânın varlığını düşünmelidir. Hâce Nakşibend-i Buhârî hazretleri buyurdu ki, (Görülen, bilinen, işitilen herşey, O değildir. () derken, bunların hepsini yok etmelidir!). Hâsıl olan şeylerin hepsini yok ediniz! Hak teâlâ, verâların verâsı, ötelerin ötesidir. (İllallah) derken, hiçbirşey düşünmemelidir. Bu yolun büyükleri böyle yaparlardı. Doğru yolda olanlara ve Muhammed Mustafâya “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât” uyanlara selâm olsun!

Evliyâya kim bakarsa, ten gözü ile serseri,
Bî basardır, cânı yokdur, ölüdür, değil diri.

Evliyâ candır, gerekdir can gözîle bakıla,
Zîrâ ki, canlı kişiler, câna olur, müşteri.
seyir

350. Mektub

Post by seyir »

350. Mektub

MEVZUU: LA İLAHE İLLALLAH, kelime-i tayyibesinin faziletleri beyanındadır.

NOT: İmam-ı Rabbani Hz.leri bu mektubu, bu mektubatı derleyen Fakir Hakir Abdülheyy'e yazmıştır.

Rahman Rahim Allah'ın adı ile...

-LA İLAHE İLLALLAH.. (Allah'tan başka ilâh yoktur).

Üstte anlatılan kelime-i tayyibeden daha menfaatli bir şey yoktur. Bilhassa, Rabbim gazabının sükunet bulması sanında.

Bu mübarek cümle ki, cehenneme girme üzerine gazabın sükunet bulmasına bir sebeptir; diğer gazapların sükunet bulmasına evlâ yoldan sebep olur. Zira, onlar bundan daha alttır.

Bu mübarek kelime, nasıl sükunete sebep olmasın ki: Kul bu mübarek kelimenin tekrarı ile, sivayı nefyederek ondan iraz etmektedir; teveccüh kıblesini dahi, Hak Mabud eylemektedir.

Gazabın menşei, kulun çeşitli şeylere teveccühüdür ki, kul onlara müptelâ olmuştur.

Üstte anlatılan mananın bu mecaz aleminde misali şöyledir:

Bir şahıs düşünelim ki, kölesinden eza görüp kırılmıştır; kendisine öfkelenmiştir. Şayet o köle, iyi bir tedbir güderek, sahibinden başkasını bırakıp bütünüyle, sahibine teveccüh eder ise, köle hakkında, sahibinden şefkat ve merhamet zuhura gelmeye başlar. Hem de zaruri olarak. Kendisine gazap da kalkar. Keza eziyet etme de kalkar.

Bu kelime-i tayyibe, ahiret için saklanan, doksan dokuz rahmetin hazine anahtarı olarak görmekteyim.

Bilesin ki,

Küfür zulmetlerini, şirk sıkıntılarını giderme işinde; bu kelime-i tayyibeden daha çok fazla aracı bir şey yoktur.

Bir kimse, bu mübarek kelimenin mazmunu olan manayı tasdik eder de, iman babında bir zerre elde tutarsa, bu hali ile de, küfür âdetlerine ve şirk rezaletlerine müptelâ olsa dahi, ümid ederiz ki, bu mübarek kelimenin şefaati ile azaptan çıkar; ebedi cehennemde kalmaktan kurtulur.

Nitekim Resulullah (sav) Efendimizin şefaati dahi, bu ümmetin sair büyük günahlarının cezalarını def etmek işinde çok faydalı olup dahli pek fazladır.

Üstteki cümlede:

-Bu ümmetin büyük günahları dedim. Şunun için ki:

Büyük günahların irtikâbı, sair ümmetlerde bu ümmetten daha azdır. Hatta, küfür âdetleri, şirk rezaletleri ile imtizaç etmek, aynı şekilde.o ümmetlerde daha azdır. Bu mana icabı olarak, şefaat bu ümmet daha çok muhtaçtır.

Diğer ümmetlerde, bir topluluk, tamamen küfürde ısrarlı idi; bir başka topluluk ise, emirlere imtisal eden halis mü'min idi.

Eğer bu ümmetin şefii bu kelime-i tayyibe olmasaydı; Hatemü'r-rüsül Resulullah (sav) Efendimiz dahi bu ümmetin şefaatçisi olmasaydı, günahların çokluğu bunları helak ederdi. Ona salât, selâm ve tahiyyet olsun.

Günahkâr bir ümmet var ama, bağışlayıcı bir Rabbin yüce varlığı karşısında onların günahları nedir? Bu ümmetin nail olduğu yüce Hakkın o kadar affı ve mağfireti vardır ki, geçmiş ümmetlerin bu kadarına nail oldukları malum değildir. O kadar ki: Doksan dokuz rahmet, bu ümmetin günaha dalanları için ahirete saklanmıştır.

Bir mısra:

Asileridir insanların kereme muhtaç...

***

Sübhan Hak, affı ve mağfireti sever. Af ve mağfiret için, maddeden hiçbir şey yoktur ki, bu ümmetle müsavi ola.

Hiç şüphe edilmeye ki, bu ümmet hayırlı ümmettir. Bu kelime-i tayyibe dahi, onların şefiidir; en faziletli zikir dahi budur. Bunların peygamberleri dahi, şefaatçileridir, nebilerin de efendisi olarak şu hitab-ı ilâhiye nail olmuştur:

"İşte Allah bunların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Ve Allah pek bağışlayıcı ve pek merhametlidir."(25/70)

Bir mısra

Ne zorluğu o işte, olunca keremlilerle...

Üstte anlatılan mana, Allah için kolaydır.

Bir ayet-i kerime meali:

"Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla. Ayaklarımıza sebat ver. Kâfirlere karşı bize yardım eyle."(3/147)

Aynı şekilde, bu kelime-i tayyibenin faziletlerini anlatalım, dinle.

Resulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurdu:

"Bir kimse:

-LA İLAHE İLLALLAH (Allah'tan başka ilâh yoktur) derse, cennete girer." Bu manayı anlamayan kusurlular, taaccüp ettiler; bir kere:

-LA İLAHE İLLALLAH.. (Allah'tan başka ilâh yoktur...) demekle cennete girmek nasıl müyesser olur? manasında..

Bu durum onların bu kelime-i tayyibenin bereketlerine vakıf olamadıklarındandı Amma, şu anda Fakir'e keşfolundu ki, bu kelime-i tayyibeyi bir kere söylemekle, bütün alemin günahları bağışlansa ve cennete girseler yeri vardır.

Ayrıca şu durum da müşahede edildi ki: Eğer bu kelime-i mukaddesenin bereketleri, bütün alem beyninde pay edilse, sonsuzlara kadar bütün aleme yeter, hepsini doyurur.

Bir de mübarek kelimenin:

-MUHAMMEDÜN RESULULLAH (Muhammed Allah'ın Resulüdür..) cümlesi ile birleşirse ne olur? O zaman azameti düşünmeli. Tebliğ, tevhid ile birleşir. Risalet, velayete iktiran eder.

Bu iki cümlenin mecmuu, bütün velayet ve nübüvvet kemalâtına camidir.

Bu iki cümlenin saadetine o kimse hidayet eder ki, velayeti zılâl zulmetlerinden temizlemiş ve nübüvveti daha yüksek derecesine çıkarmıştır.

Allah'ım, bizi bu mübarek cümlenin bereketlerinden mahrum eyleme. Onda bize sebat var. Onun tasdiki üzerine bizi öldür. Onu tasdik edenlerle bizi dirilt. Onun hürmetine ve onu tebliğ edenler hürmetine bizi cennete idhal eyle. Onlara salât, tahiyyat, selâm ve bereketler.

***

Sonra, nazar ve kadem acze düşer, himmet kanadı kapanır bir yana düşerse, muamele dahi sırf gaybe kalırsa, iş bu yerde artık seyir:

-LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RESULULLAH (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür), kademinden gayrı ile mümkün olmaz. Mesafe kat etmek, ancak bu kelime-i mukaddesinin himayesinde olur.

O yerde seyrini almaya çalışan, bu mukaddes cümleyi bir kere söylese, onunla o, kelime-i mukaddesenin imdadı ve yardımı ile o mesafede bir adım atar ve nefsinden uzaklaşır ve Sübhan Hakka da yakınlık bulur. O mesafenin bir parçası, imkân alemi dairesinin tamamından kat kat ziyadedir, işte, o mübarek cümlenin zikir fakileti bundan anlaşılmıştır. Şöyle ki: Dünyanın ona göre hiçbir miktarı yoktur, varlığı bile duyulmaz. Hiç olmazsa umman denize göre, bir damla hükmü olaydı, ne gezer.

Bu kelime-i tayyibenin azameti, onu okuyanın derecelerine göredir. Onu okuyan derecesi her ne miktar yüksek ve çok ziyade olur ise, bu mübarek kelimenin durumu dahi o miktar ziyade ve evlâ olur. (Yani okuyana zuhurat yönünden)

Bir şiir:

Güzellik artırır yüzü sana;

Nazar artırdıkça ondan yana.

***

Dünyada hiçbir temenni bilinmiyor ki, şu temenniyle denk olsun: İnsan bir köşede oturup bu mübarek cümlenin tekrarı ile haz ve lezzet alıp kala. Amma yapamıyoruz. Bütün temenniler müyesser olmuyor. Gaflet ve halka karışmak gerek.

İki ayet-i kerime meali:

"Rabbimiz, nurumuzu tamamla; bizi bağışla. Sen her şeye kadirsin."(66/8)

Gönderilen peygamberlere selâm.

"İzzet Rabbın, onların isnad ettikleri vasıflardan yücedir, münezzehtir. Ve... Alemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun."(37/180)

***
seyir

182. Mektub

Post by seyir »

182. Mektub

Bu mektûb, molla Sâlih-i Külâbîye yazılmışdır. Vesveselerden şikâyet eden Sahâbîye karşı buyurulan hadîs-i şerîf açıklanmakdadır:

Birkaç kişi oturmuşduk. Vesvese ve kuruntu üzerinde konuşuluyordu. Bu arada, bir hadîs-i şerîf okundu. Eshâb-ı kirâmdan birkaçı, kötü düşüncelerden, vesveselerden şikâyet etmişdi. Resûl “aleyhisselâm” bunlara, (Bu vesveseler, îmânın olgun olmasındandır) buyurmuşdu. Bu hadîs-i şerîfin ma’nâsını düşünürken, hâtırıma şöyle geldi: Îmânın olgun olması, yakînin çok olmasındandır. Yakînin çok olması da, çok yakın olanlardadır. Kalb ve üstündeki latîfeler, Allahü teâlâya ne kadar çok yakın olurlarsa, îmân ve yakîn de çok olur. Bedene bağlılık da, o kadar az olur. Bu zemân, bedene vesveseler çok gelir. Uygun olmıyan vesveseler hâsıl olur. Görülüyor ki, kötü vesveselerin gelmesine sebeb îmânın kâmil olmasıdır. Nihâyetde olanlarda, uygunsuz vesveseler ne kadar çok olursa, îmânlarının o kadar çok olgun olduğunu gösterir. Çünki îmân kâmil olunca, latîfelerin en latîfleri, bedenden o kadar çok sıyrılır. Sıyrıldıkca, bağları gevşedikce, beden boşalır. Bulanmağa, kararmağa başlar. Böylece kötü düşünceler, vesveseler artar. Başlangıçda ve yolda olanlar, böyle değildir. Bunların vesveseleri zararlıdır, zehrdir. Kalb, rûh hastalıklarını artdırır. Bunu iyi anlamak lâzımdır. Bu bilgiler, bu fakîrin ince bilgilerindendir. Allahü teâlâ, doğru yolda olanlara ve Muhammed aleyhisselâmın izinde gidenlere selâmet versin!
seyir

78. Mektub

Post by seyir »

78. Mektub

Bu mektûb, yine Cebbârî hâna yazılmışdır. Sefer der Vatan ve seyr-i âfâkî ve enfüsî bildirilmekdedir:

Allahü teâlâ, doğru olan bu islâmiyyetin caddesinde ilerlemek ihsân eylesin! Dehli ve Egre yolculuğundan geri döneli birkaç gün oldu. Alışdığımız vatanda yine yerleşdik. (Vatanı sevmek îmândandır) hadîs-i şerîfinde bildirilen sevgi, kendini gösterdi. [Bunun hadîs olduğu (Mesnevî)de de bildirilmekdedir.] Vatana kavuşdukdan sonra, yolculuk olursa, vatan içinde olur. (Sefer der Vatan) Nakşibendiyye büyüklerinin “kaddesallahü teâlâ esrârehüm” temel sözlerinden biridir. Bu tarîkatde bu seferi, dahâ başlangıcda tatdırırlar. Nihâyeti başlangıcda yerleşdirdikleri buradan belli olur. Bu yolun yolcularından dilediklerini (Meczûb-i sâlik) yaparlar. İnsanın dışında ilerletirler. (Seyr-i âfâkî) denilen bu dış yolculuk bitdikden sonra (Seyr-i enfüsî) denilen insanın içindeki yolculuğa başlatırlar. (Sefer der Vatan), bu ikinci yolculuk demekdir. Fârisî mısra’ tercemesi:

Bu büyük ni’meti, bakalım kime verirler?

Arabî beyt tercemesi:

Ni’mete kavuşanlara âfiyet olsun,
Zevallı fakîr âşık, birkaç damlayla doysun.


Bu büyük ni’mete kavuşmak, ancak gelmişlerin ve geleceklerin efendisine “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minettehıyyâti ekmelühâ” uymakla ele geçebilir. Bir kimse, kötü huylarını yok etmezse ve emrlere uyarak ve yasaklardan sakınarak kendini süslemezse, bu ni’metin kokusunu bile duyamaz. İslâmiyyetden kıl ucu kadar bile ayrılan bir kimsede ahvâl ve mevâcid hâsıl olursa, bunlara istidrâc denir ki, onu dünyâda ve âhıretde rezîl olmağa sürükler. Allahü teâlânın sevgili Peygamberine “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ” ayak uydurmayan bir kimse, felâketlerden kurtulamaz. Birkaç günlük dünyâ hayâtını, Hak teâlânın râzı olduğu şeyleri yapmakla geçirmelidir. Bir kimsenin işlerinden, onun sâhibi râzı olmazsa, onun yaşaması nasıl olur? Hak teâlâ, onun büyük, küçük her yapdığını bilmekde ve görmekdedir. Hâzırdır ve nâzırdır. Utanmak lâzımdır. Eğer bir kimsenin, onun çirkin ve kötü işlerini gördüğünü anlasa, onun gördüğü yerde bozuk birşey yapmaz. Ayblarını, kusûrlarını onun gördüğünü istemez. Müslimânlara ne oldu ki, Hak teâlânın hâzır olduğunu bilerek, Onun beğenmediği şeyleri yapmakdan sıkılmıyorlar? Bu nasıl müslimânlıkdır? Hak teâlâya, kendi kusûrlarını gören bir kimse kadar kıymet vermiyorlar. Nefslerimizin kötülüklerinden ve işlerimizin bozuk olmasından Allahü teâlâya sığınırız. Hadîs-i şerîfde, (Lâ ilâhe illallah diyerek îmânınızı tâzeleyiniz!) buyuruldu. Şânı, şerefi çok büyük olan bu sözle her ân, îmânı tâzelemeli. Uygunsuz işlerin hepsinden Allahü teâlâya tevbe etmeli, Ona yalvarmalıdır! Belki, tevbe etmek için başka zemân ele geçmez. Hadîs-i şerîfde, (Sonra yaparım diyenler helâk oldu) buyuruldu. Ya’nî, iyi işleri gecikdirenler, bu günün işini yarına bırakanlar aldandı, ziyân etdi. Boş zemânı kıymetlendirmelidir. Bu zemânlarda, Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmalıdır. Tevbe yapabilmek, Hak teâlânın büyük ni’metlerinden biridir. Hak teâlâdan, her ân bu ni’meti istemelidir. İslâmiyyeti iyi bilen ve hakîkat âleminden haberi olan Allah adamlarından yardım beklemeli, bunlardan imdâd istemelidir. Böylece, Hak teâlânın lütfuna kavuşarak, Onun mukaddes tarafına çekilir. Ona karşı baş kaldıramaz olur. İslâmiyyetden kıl ucu kadar ayrılık bulundukça, kendini tehlükede bilmelidir. Bu ayrılıkların, uygunsuzlukların hepsini yok etmelidir. Fârisî beyt tercemesi:

Kurtulurum sanma sakın, ey Sa’dî hoca!
Muhammed aleyhisselâma uymadıkca.


Ehlüllah, ya’nî Allah adamlarına karşı gelmekden çok sakınmalıdır. Hele arada pîrlik ve rehberlik bağı varsa ve ondan istifâde yolu açılmış ise, onun ufak bir şeyini beğenmemek, öldürücü zehr olur. Dahâ çok yazmağa lüzûm yok sanırım. Bu birkaç kelime de, aramızdaki muhabbet ve ihlâs dolayısı ile yazıldı. Sizi usandırmıyacağımızı sanırım.

Şununla da başınızı ağrıtayım ki, Molla Ömer ve Şâh Hüseyn, temiz kimselerin çocuklarıdır. Hizmetinizde bulunmak istiyorlar. Hizmetcileriniz arasına girmeleri umulur. İsmâ’îl de bu dilekle hizmetinize gelmişdir. Bineceği yok ise de, hâline uygun bir iş bulacağı ümmîdindedir. Başınızı dahâ ağrıtmıyayım. Vesselâm, vel-ikrâm.
seyir

214. Mektub

Post by seyir »

214. Mektub

Bu mektûb, Hân-ı Hânâna yazılmışdır. Dünyâ, âhıretin tarlasıdır. Kâfirlere, niçin sonsuz azâb yapılacağı bildirilmekdedir:

Allahü teâlâ, bir kimseyi hayrlı işlerde kullanırsa, ona müjdeler olsun! Allahü teâlâ, dünyâyı âhıretin tarlası yapdı. Tohumunun hepsini yiyen ve toprak gibi olan, yaratılışındaki elverişli hâline ekemeyen ve bir dâneden yediyüz dâne yapmağı elden kaçırana yazıklar olsun! Kardeşin kardeşden ve ananın yavrusundan kaçdığı o gün için, birşey saklamıyan, dünyâda da, âhıretde de ziyân etdi. Eli boş kaldı. Dünyâda da, âhıretde de pişmân olacak, âh edecekdir. Aklı olan, tâli’li bir kimse, dünyânın birkaç yıllık hayâtını fırsat bilir, ni’met bilir. Bu kısa zemânda, dünyânın çabuk tükenen ve hepsinin sonu sıkıntı ve azâb olan, geçici zevklerine, tadına aldanmaz. Bunlarla vakti kaçırmaz. Bu kısa zemânda tohumunu eker. Bir dâne iyi iş yaparak, sayısız meyveler elde eder. Bekara sûresi, ikiyüzaltmışbirinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Allahü teâlâ dilediğine katkat verir) buyuruldu. Bunun içindir ki, birkaç günlük iyi işe karşılık, sonsuz ni’metler verecekdir. Allahü teâlâ, çok ihsân sâhibidir.

Süâl: Karşılığın katkat olması, iyiliklerdedir. Kötülüklerin karşılığı bire birdir. Böyle olunca, kâfirlere kısa bir zemândaki kötülükler için, sonsuz azâb yapması nedendir?

Cevâb: Dünyâda yapılan işin karşılığının nasıl olacağını Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. İnsan bilgisi bunu anlıyamaz. Meselâ, Muhsan [nâmuslu] olan bir kimseyi kazf [iftirâ] edene seksen sopa vurulmasını emr eylemişdir. Hırsızlık haddi olarak, hırsızın sağ elinin kesilmesini karşılık eylemişdir. Zinâ haddi olarak evli olmıyanlara yüz sopa ile bir sene şehrden sürmek, evli olanlara, taş atarak öldürmek cezâsını vermişdir. Bu cezâların sebeblerini insanlar anlıyamaz. Bunun gibi, kâfirlere, kısa zemândaki küfr için, sonsuz azâbı karşılık yapmışdır. Geçici bir küfrün cezâsı, sonsuz azâbdır. İslâmiyyetin bütün emrlerini aklına uygun getirmek istiyen, aklı ile isbâta kalkışan kimse, (Peygamberliğe) inanmamış olur. Onunla konuşmak akl işi değildir. Fârisî beyt tercemesi:

Kur’ân ile hadîse, inanmazsa bir kişi,
ona hiç cevâb verme, konuşma bitir işi!


Fakîrin “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” mektûbunu getiren meyân şeyh Ahmed, merhûm şeyh sultân Tehâniserînin kıymetli oğludur. Babasına olan lutf ve ihsânlarınızı düşünerek bu fakîri araya koyarak, yüksek hizmetinizde çalışmak için gelmişdir. Babasına olan ihsânlarınızdan biri, uşrlu bir yerin uşrunun ona verilmesini emr buyurmuşdunuz. Emr sizdendir. Hakîkatde ise, herşey Allahdandır. Selâm sizlere olsun ve doğru yolda gidenlere ve Muhammed Mustafânın “aleyhi ve alâ âlihissalevât vetteslîmât” izinde bulunanlara olsun!
Post Reply

Return to “Tasavvuf Yolu Nedir?”