Cumhuriyet Mi, Şeriat Mı?

Post Reply
User avatar
anchebout
Posts: 82
Joined: 25 Oct 2007, 22:20
Kan Grubu: B (+)

Cumhuriyet Mi, Şeriat Mı?

Post by anchebout »

Cumhuriyet Mi, Şeriat Mı?

Askeri kurumlarımızın çoğunda asılı olan ve hemen hepsini üç beş başlık altında toplayabileceğimiz 'Asker, tüfeğini arkadaşına çevirme', 'İntihar çözüm değil' gibi tablolardan biri de cumhuriyet rejimi ile ilgili. 'Nasıl Yönetilmek İsterdiniz? Cumhuriyetle Mi, Şeriatla Mı?' şeklinde bir sorunun başlığa çekildiği tablo, (ilkokul kitaplarından hatırladıklarımıza benzer bir şekilde) yarısı cumhuriyeti, diğer yarısı da şeriatı temsil ettiği varsayılan semboller içeriyor.

İlkokul birinci sınıftan itibaren 'Cumhuriyet en iyi yönetim şeklidir' sloganıyla devşirilen nesillerin böyle bir soruya (hep bir ağızdan) 'Cumhuriyetle yönetilmek isteriz!' yanıtını vermeleri doğal olsa da, siyaset bilimini bu kadar basite indirgemek maalesef mümkün değil.

Herşeyden önce, böyle bir sorunun üzerine bina edildiği varsayım, cumhuriyet anlayışıyla uyum içerisinde değil.
Cumhuriyet, tanımı gereği, 'insanlara ait olan', politik gücün halkın iradesinden başka hiçbir şeye dayandırılamayacağı bir rejimin ifadesi. Kapalı kapılar ardında 'Bu halka güven olmaz' gibi sözleri sıklıkla sarf edenler istisna edilecek olursa, işin bu kısmına pek kimsenin itirazı yok zaten. Ancak 'temsil' (ve dolayısıyla 'yönetim') kavramına yanlış manalar yükleniyor olması, cumhuriyet kavramını güdükleştiriyor.
'Halkın kendi kendini yönetmesi' gibi tuhaf tanımlar zihinlerine kazına kazına yetişen nesillerin, 'seçilen temsilcilerin insanları yönetmeleriyle' halkın iradesinin tecelli edebildiğine inanmaları zor değil elbette. İçlerinden bir parça akıllı olanları, 'Madem ille de yönetileceğim, bari kendi elimle seçtiklerim tarafından yönetileyim. Hem en iyi yönetim biçimi de buymuş zaten?' diyerek kendi kendilerini ikna etmeye çalışıyor da olabilirler; bilemiyorum.
Cumhuriyet kavramının doğru şekilde anlaşılabilmesi için, 'insanlara ait olan' bir rejimde 'yönetim' derken neyin kast edildiğinin netleştirilmesi gerekiyor.

İnsanlara ait olan rejimlerde, üzerinde uzlaşılan kurallarca belirlenen işleyiş, yine aynı insanlar tarafından seçilen (sayıca nisbeten epey küçük) bir hükümet tarafından gerçekleştirilir. Burada hükümet, halkı değil, halk tarafından üzerinde uzlaşılan politikaları yönetir. Yani temsil ile kast edilen, bir noktada uzlaşan insanların şahıslarının değil, üzerinde uzlaştıkları politikaların temsilidir.

Özgür bir zihinle, politik endoktrinasyona maruz kalmadan yetişen bir insan için 'hür bir ülkede halkın yönetilmesi' gibi bir ifade başlı başına bir tezatlık örneği olacak olsa da, neyi nasıl düşünmesi gerektiği baştan hesap edilen ve bu çerçevede üretilen insanlar, nasıl düşünmeleri isteniyorsa öyle düşünür, daha da kötüsü, zaman içerisinde oluşan değer yargılarına kendi düşünceleri sonucunda vardıklarını zannederler.

Özgür ülkelerde, devlet yönetimininin insanların şahıslarının değil, üzerinde uzlaştıkları politikaların yönetilmesi anlamına geliyor olması, vatandaşlık anlayışı ile de yakından ilgili bir konu.

'İnsanlara ait olan' bir ülkede, her vatandaş - devlet mekanizması içerisinde görevlendirilmiş olup olmamasından bağımsız olarak - kanun karşısında eşittir. Bir insanın bir diğerini yönetme hakkı ve lüksü yoktur. Kişi, üzerinde uzlaşılan kuralların hilafına hareket ederek bir başkasının hakkını ihlal ederse, bunun hesabını hükümete değil, bağımsız mahkemelere verir. İnsanlara ait olan ülkelerde yaşayan hür vatandaşları diktatörlerin tebalarından farklı kılan da budur.

Bütün bunlardan ötürü, gerçek cumhuriyetlerde, insanlar, vatandaşlık hakları gereği, hiçbir devlet görevlisinden korkmazlar. Çünkü devlet mekanizması içerisinde görev almış olmak, kişiye 'vatandaş olmaktan' öte haklar tanımaz.
Yine bütün bunlardan ötürü, gerçek cumhuriyetlerde, aslolan vatandaşlık olduğu için, insanların gerek inanç, lisan, ırk gibi (seçimleri kendi iradeleri dışında olan) etnik nitelikleri, gerekse hayatları boyunca kendi yaptıkları seçimler sonucunda kazandıkları kimlikler, herhangi bir imtiyaz ya da ayrımcılık nedeni olamaz. Çünkü bu konular, devlet de dahil olmak üzere hiç kimseyi ilgilendirmez.

Yine bütün bunlardan ötürü, gerçek cumhuriyetlerde, askerler vatandaşlara nasıl yönetilmek istediklerini soramazlar. Böyle bir soru, hem cumhuriyet konsepti içerisinde anlamsızdır, hem de özgür ülkelerde, silahlı devlet görevlilerinin silahsız vatandaşlara siyasi sorular sormalarının hürriyetle açıklanabilecek bir yanı yoktur.

Bütün bunlardan ötürü, dünya üzerindeki kimi ülkelerin vatandaşlıklarına geçmek insanın sosyal, politik ve ekonomik özgürlükleri adına ciddi bir kazanım olarak görülürken, kimi ülkelerin vatandaşları da (haklı ya da haksız bir şekilde) üçüncü sınıf insan muamelesine maruz kalmaktadır. Herhangi bir ülkenin pasaportunun uluslararası alandaki itibarı ile o ülkenin yetkililerinin kendi vatandaşlarına olan tavırları arasında ciddi bir korelasyon bulunması da kayda değerdir.

'Nasıl yönetilmek isterdiniz?' sorusunu duyduğunda, 'Yönetilmek istemiyorum! Beni değil, yönetmekle vazifeli olduğunuz devletin işlerini yönetin.' diyebilecek alt yapıya sahip olan insan sayısı artmadığı müddetçe, bu türden tuhaf sorularla karşılaşmaya devam edecek, 'insanlara ait olan' bir rejimin despotizm çağrıştıran bir jargonla (hem de ilericilik adına) savunulmasını yadırgamayacağız.

Yazdığı bir yazıdan ya da kitaptan ötürü vahşi bir hayvan gibi parmaklıklar arkasına atılan insanların hiç de az olmadığı, bir büste boya döken işsiz güçsüz bir adamın 22 yıl ceza yediği bir ülkede şeriattan niye korkarlar; onu da satır aralarını okuyabilen okuyucular bulsun...
Yazar: Serdar Kaya |
"Her rüzgarla otlar gibi sallanırsan, dağlar kadar olsan da bir ota değmezsin." Mevlana
Post Reply

Return to “Köşe Yazıları”