Gerçek Bir Aşk Örneği

Forumda uygun kategori bulamadığınız yazılar...

Moderators: VYZ, Leyla Hanne

Post Reply
User avatar
Halil Necati
Posts: 618
Joined: 02 Nov 2007, 19:54

Gerçek Bir Aşk Örneği

Post by Halil Necati »

Merhum Mehmet Âkif Ersoy, hayatının son günlerinde tüm islam coğrafyasını dolaşmaya çalışır. Resulü Ekrem’e duyduğu sevgiden dolayı o kutsal beldelerde dolaşır durur. Mısır’dan Suriye’ye ve oradan da Medine’ye gider; Müslümanların dertleriyle dertlenir, ıstırap duyar.
Bir gün Medine’dedir. Peygamberimizin kabrinin huzurunda. Orada müthiş bir hadiseye şahit olur.
Ravda-i Tahire’nin yanı başında duruyordum ki, birdenbire bir ses yükseldi:
-Ya Nebi! şu halime bak, diyordu bu ses. Sağıma döndüğüm zaman parmaklıklar üzerine abanmış bir Sudanlı gördüm. Kendi kendine Efendimize (s.a.v.) şunları söylüyordu:
-Nasıl ki çöle güneş vurduğu zaman bağrı yanar, ben de senin hicranınla senelerce yandıkça yandım Ya Rasulullah! Senelerce arzu ettiğim halde, harem-i pakine gelip başımı ayaklarının dibine koymayı düşündüğüm halde, memleketim, evladı iyalim karşıma çıktı, bu ziyaretimi geciktirdi. Nihayet hepsini yıktım, çevremi terk ettim. Sudan diyarından ayrıldım, Tihame Çölü diye üç çölü teptim durdum. Senin çölün diye…
Senin çölünde gezerken burcu burcu senin kokunu duydum. Eğer senin kokun imdada yetişmeseydi ben bu yolu kat edemezdim Ya Rasulullah! Elli üç yaşına kadar senin hicranının azabını sinemde taşıdım, yanına geldiğim zaman şu başımı çarptığım demir kafes de nedir Ya Rasulullah!
Hâlâ vuslat olmayacak mı? Tihame Çölü’nü kat ettim gözlerime uyku girmedi. Arzu edersen yıldızlara sor. Sor ki şu üç aylık zaman içinde bu gözler bir kere uyudu mu? Uyumadı diyecekler Ya Rasulullah! Derdimi geceye döktüm Ya Rasulullah! Nihayet huzuruna geldim.
Resulü Ekrem’in (sav) kabrinin parmaklıklarından tutan bu aşık, son sözlerini söylerken bitkinleşmiştir, titremektedir. Akif şöyle bitiriyor:
Kısa bir sessizlikten sonra adam şöyle diyordu:
- Şu kadar mesafeyi geçip huzuruna geldim, bu hasta gönlümü bir daha ayak ucundan ayırma Ya Rasulullah! Tahammülüm yoktur artık senin ayrılığına.
Sonra bir sessizlik oldu, bir “ah” feryadı duydum. Döndüğüm zaman parmaklıkların dibine yıkılıp gitmişti. Sudanlı gözlerini kapatıyordu bu âleme. Birkaç dakika sonra da bir iki ölü yıkayıcısı ve bir iki taşıyıcı geldi. Cennetül Baki’ye kaldırdılar mübarek cenazesini. Fakat ruhu muhtemelen Ravda-i Tahire’nin parmaklıklarına takılıp kalmıştı. Resulullah’a (s.a.v.) yürekten aşık olan bu genç:
“Artık bu hasta gönlümü hak-i payinden ayırma Ya Rasulullah!” diyordu.
ve bu hal Mehmet Âkif Ersoy’un Necid Çöllerinden Medine’ye isimli şiirine ilham oldu.

Necid Çöllerinden Medine’ye
Yâ Nebî, şu hâlime bak!
Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca, sahranın;
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın!
Harîm-i pâkine can atmak istedim durdum;
Gerildi karşıma yıllarca ailem, yurdum.
“Tahammül et!” dediler… Hangi bir zamana kadar?
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var!
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak;
Önümde durmadı artık, ne hânümân, ne ocak…
Yıkıldı hepsi… Ben aştım diyâr-ı Sûdân’ı,
Üç ay “Tihâme!” deyip çiğnedim beyabanı.
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada;
Yetişmeseydin eğer, yâ Muhammed, imdada:
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin;
Akar sular gibi çağlardı her tarafta sesin!
İrâdem olduğu gündür senin irâdene ram,
Bir ân için bana yollarda durmak oldu haram.
Bütün heyâkil-i hilkatle hasbıhâl ettim;
Leyâle derdimi döktüm, cibâli söylettim!
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü…
Nücûma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azâb-ı hecrine katlandım elli üç senedir…
Sonunda alnıma çarpan bu zâlim örtü nedir?
Beş altı sineyi hicran içinde inleterek,
Çıkan yüreklere hüsran mı, merhamet mi gerek?
Demir nikaabını kaldır mezâr-ı pâkinden;
Bu hasta ruhumu artık ayırma hâkinden!
Nedir o meş’ale? Nurun mu? Yâ Resûlallâh!…
Mehmet Âkif ERSOY

(kardeşlerimize ait bir mail grubundan gelen..)
Post Reply

Return to “Diğer Konular”