Rh.A İsmâil Turan Hocaefendi

Tasavvuf büyüklerinin hayatları ve menakıbı.
Post Reply
User avatar
Halil Necati
Posts: 618
Joined: 02 Nov 2007, 19:54

Rh.A İsmâil Turan Hocaefendi

Post by Halil Necati »

(Es-selamu aleykum; Talip ULUŞAN Hocamızın hazırlamış olduğu “Müslüman ve Din Görevlilerine Örnek Bir Alim Ankara Yuvalı Hatip Hoca’nın Hayatı” adlı eseri incelerken karşılaşmış olduğum, Rh.A İsmâil TURAN Hocamız ile ilgili Talip Hocamızın hatırlarını siz değerli kardeşlerimizle paylaşmak istedim.)

Yüksek Mühendis İsmâil Turan

1924 yılında Çanakkale’nin Biga ilçesinde dünyaya gelmiştir. İlkokulu memleketinde bitirmiştir. Ortaokul ve lise tahsiline devam ettiği sıralarda kendi gayret ve çalışmaları ile Kur’an okumayı ve Osmanlıca okuyup-yazmayı öğrenmiştir. Arapça’ya da çalışmıştır. Liseyi 1943 yılında Balıkesir’de bitirmiştir. Aynı yıl İstanbul Teknik Üniversitesi giriş imtihanlarında üstün başarı göstererek, doğrudan ikinci sınıfa kaydolmuştur. Zira İsmâil Hocamızın liseyi bitirdiği zaman yabancı dil ve fen bilgisi emsallerine göre çok ileri gitmişti. Üniversitedeki ilk yılında iki sınıf derslerine beraber çalışmış, aradaki farkı kapatabilmek için üstün gayret göstermiştir. Cenab-ı Allah’ın izni ile ders yılı sonunda başarı ile üçüncü sınıfa geçmiştir.

1944 yılında üniversitedeki derslerine normal devam ederken, Fatih Camii’nde tanımış olduğu müderris Hüsrev Hoca’dan hadis-i şerif okumaya başlamıştır. Bu hocadan Sahih-i Müslim kitabını okuyormuş. O sıralarda Osmanlılar zamanında Mekke’de Buhari hadisleri okutmuş olan İbrahim Hoca’dan Sahih-i Buhari okumaya başlamıştır.

Bu durumu Hocamız şöyle anlatıyor:

“İbrahim Efendi o zamanlar yaşlı ve hasta idi. Kendisi dışarı çıkmazdı. Ben onun evine giderek kendisinden ders alırdım. Bana dini ilimlerin kapısı Hadis-i Şerif yolu ile açıldı. Arapça bilgimi bile Hadis-i Şerif okuyarak ilerlettim.”

Değerli Hocamız İsmâil Bey hadis-i şerif okumanın kendisine çok hayır ve bereket getirdiğini ifade ediyor. Buna örnek olarak da o sıralarda görmüş olduğu bir rüyasını şöyle anlatıyor:

“Bir gece rüyamda Hadis okuduğum Hocam beni alıp Rasulullah SAS’in Ravzasını ziyarete götürdü. Biz ziyaret ederken Kabr-i Şerif yan taraftan açıldı. Açılan yerden kemikler çıktı. Ben o kemikleri alıp taşımaya başladım. Kemiklerden birini ağzıma aldım, emiyordum. O kemikten bana öyle muazzam bir tat geliyordu ki, dünyada hiçbir şeyde öyle tat bulunamaz. Uyandığım zaman ağzımda hâlâ o tadın varlığını hissediyordum.
Bu rüyanın anlamı ne olabilir diye uzun uzun düşündüm. Sonra, araştırmalarım sırasında bir kitapta okuduğum olay benim rüyamı çözdü. Olay şöyle idi; İmam-ı Azam Hazretleri bir gece rüya görmüştür. Rüyasında Peygamber Efendimiz SAS’in kemiklerini taşımıştır. Basra’ya bir adam göndererek İbn-i Sîrîn’den rüyasının tabirini sormuş, gönderdiği kimse oraya varınca rüyayı kimin gördüğünü söylemeden, rüyayı anlatıp tabirini sormuş. O zaman İbn-i Sîrîn rüya anlatan kimseye:

- Böyle bir rüyayı sen göremezsin. Bu rüyayı görse görse ancak Ebû Hanîfe görebilir demiş.

Rüyayı anlatan adam:

- Evet sözün doğrudur. Bu rüyayı ben görmedim. İmam-ı Azam Ebû Hanîfe görmüştür. Tabiri nedir acaba demiş.

İbn-i Sîrîn rüyayı şöyle yorumlamış:

“Kemikler insan vücudunu ayakta tutan unsurlardır. Hz. Peygamberin SAS kemiklerini taşımak ise onun tebliğ ettiği İslâm dinini ve onun sünnetini öğrenmek, yaşamak ve yaymaktır. Yani Kur’an hükümlerini ve Rasulullah SAS’in sünnetini Müslümanlara öğretmektir.”

Evet değerli Hocamızın gördüğü rüya da aynen İbn-i Sîrîn’in yorumladığı gibi gerçekleşmiştir. Zira Hocamızın Hadis okuma ve Hadis ezberleme iştiyakı gün geçtikçe artmıştır. Gayretli çalışmalarla Kütüb-ü Sitte’yi bütün şerhleri ile beraber okumuştur. Bunun yanında yabancı dilleri öğrenme istek ve kabiliyeti artmıştır. Üniversite tahsiline devam ederken iyi derecede Arapça, İngilizce, Almanca ve Fransızca öğrenmiştir. Avrupa’dan fen bilimleri ve teknik konularla ilgili çeşitli kitaplar ve dergiler getirtip onları okumuştur. Yabancı dillerde radyo haberlerini dinlemeye başlamıştır.

Üniversite tahsili ve yoğun ilim öğrenme çalışmaları altı yıl devam etmiştir. Bu tahsilin dört yılı normal fakülte bitirme sayılıyormuş. İki yılı da mastır öğrenimi kabul ediliyormuş.

Kıymetli Hocamız İsmâil Turan Bey 1949 yılında eğitimini bitirip Teknik Üniversiteden mezun olduğu zaman iki kanatlı bir kuş gibi olmuştu. Hem dini bilgiler, hem de dünya bilgileri öğrenmiştir. Tahsili süresince ibadetlerine devam etmiştir. Fakültede ve kaldığı yurtta mescide namaz kılmaya gelen arkadaşlarına namaz kıldırmış ve dini konularda bilgiler öğretmiştir.

İnşaat Yüksek Mühendisi olarak mezun olduktan sonra ilk göreve Biga-Gönen karayolu yapımında proje mühendisi olarak başlamıştır. Bir yıl orada görev yapmıştır. Bu sırada çok iyi yabancı dil bilmesi ve başarılı olması ile yetkililerin dikkatini çekmiştir. Hava kuvvetleri karargahına şef mühendisi olarak göreve çağrılmıştır. Böylece 1950 yılında Ankara’ya gelmiştir. Karargahtaki göreve başlamış, bir süre devam etmiştir. Fakat oradaki çalışma şeklini beğenmeyerek kendi isteği ile karayolları genel müdürlüğüne geçmiştir. Sohbetleri sırasında şu cümleyi defalarca işittik:

“Proje bakımından Karayollarının kurucusu benim. Köprülerde hâlâ benim yaptığım projeler uygulanıyor.” Bu resmi ve mesleki çalışmalar yanında Hocamız boş vakitlerini değerlendirerek Hadis-i Şerif ezberlemeye devam etmiştir. Aynı zamanda tatil günlerinde ve akşamın geç saatlerinde ilme meraklı olan kimselere Hadis dersleri de vermiştir. Yüce Mevlâ’nın ona verdiği büyük gayret ve kabiliyetle Yüzbin Hadis-i Şerifi senetleri ile birlikte ezberleyerek Hadis Hâfızı olmuştur.

1957 yılında Hocamız 33 yaşına gelmişti. İlmiyle, ibadeti ve güzel ahlâkı ile olgun bir insan olmuştu. O yıl Hac mevsiminde Hacca gitmeye hazırlanmıştır. Kurban Bayramı haziran ayına geldiği için havalar çok sıcaktı. O sene Türkiye’den üçbin kişi Hacca gitmişti. Hem sıcak olduğu için, hem de Hac işleri şimdiki gibi organizeli olmadığı için bu insanlar çok sıkıntı çekmişler. Hacca gidiş-dönüş ve oralardaki görevleri yapış esnasında Hocamızın o insanlara çok yardımı ve büyük hizmetleri olmuştur. O mübarek yerlerde Hocamızın Müslümanlara yaptığı hizmetin mükâfatını Yüce Mevlâ hemen ihsan etmiştir. Zira Hocamız Hacdan döndükten kısa bir süre sonra büyük bir ilâhi lütfe mahzar olmuştur. Bu olayı kendisi şöyle anlatıyor:

“Kur’an-ı Kerim’i ben bir ayda ezberledim. Bu iş şöyle oldu. O yıl erken seçim yapılmasına karar verilmişti. Elimizde çizimi yapılacak ikiyüz tane köprü projesi vardı. Bunların acele bitirilmesi bize söylendi. Eylül ayı içinde çok sıkı bir çalışmaya girdik. Yüz tane projeyi yalnız başıma ben yapacaktım. Evim Cebeci’de, işyerim ise Mithatpaşa caddesinde idi. Evimden işyerine yürüyerek gidip geliyordum. Eylül’ün ilk günü evimde sabah namazından sonra Kur’an’ın birinci cüzünü yüzünden okudum. Sonra evden çıktım yürüyerek işyerime giderken okuduğum ayetleri düşünüyordum. Birden ayetlerin hafızama nakşedildiğini hissettim. O anda aklıma bir cüzü ezberden okumak geldi. Okumaya başladım. Büroma varıncaya kadar birinci cüzü ezberden okumuştum. Bu duruma çok sevindim. Akşam eve dönerken o cüzü tekrar okudum. Ertesi gün ikinci cüzü aynı şekilde okuyup ezberledim. Hergün böyle yaparak Eylül ayının sonuna kadar bir ayda Kur’an’ın tamamını hıfzettim. Tabidir ki, böyle olması Cenab-ı Allah’ın bir lütfudur. İhsan-ı İlâhidir. Yoksa normalde benim veya başka bir kimsenin yapabileceği bir iş değildir.”

Kur’an’ı Kerim-i ezberledikten sonra onu ezberde tutmak da kolay bir şey değildir. Devamlı okumazsanız unutulabilir. Hocamız hafızlığını nasıl koruduğunu da bize şöyle anlattı: “Kur’an’ı ezberledikten sonra fırsat buldukça ezberden okuyarak muhafaza etmeye çalışıyordum. Fakat zaman zaman bazı unutma ve ayetleri birbiri ile karıştırma durumu oluyordu. Ben bu hıfzımı unutmadan nasıl koruyabilirim diye düşünüyordum. Yüce Mevlâ bana onun yolunu da öğretti. Bir zaman Bursa Ulu Camiinde bulunuyordum. Orada aklıma şöyle bir fikir geldi. Ben namazları kılarken okuduğum zammı surelerde hatim takip edeyim. Bu kararımı ilk olarak orada uygulamaya başladım. Ondan sonra hep namazlarda okurken hatim takip ettim. Böylece ezberlerimin hafızamda tutulması yolunu bulmuş oldum.”

1962 yılında Hocamız yine Hacca gitmeye hazırlanıyordu. Bir Hac rehberi de hazırlamıştı. Bazı akşamlar Hacı Bayram Camii yakınlarında bir yerde Hacla ilgili sohbetler yapıyordu. İşte o sıraları ben Hamdi ağabeyimin vasıtası ile değerli Hocamızı tanımıştım. O yıl Hacca gitti. Orada Suudi yetkilileri ile görüşüp konuşmuş, Haccı eda ettikten sonra Medine-i Münevvere’nin imarı ile ilgili çalışmalar yapmak üzere orada kalmasına karar verilmiştir. Medine’de belediye mühendisi olarak göreve başladı. Yedi yıl orada çalıştı. Döndükten sonra Pazar günleri bizlere Hadis dersi veriyordu. Suudi Arabistan’la ilgili çok güzel hatırlarını bizlere anlatırdı. Orada kaldığı sıralar Arapça’nın en ince noktalarını ve lehçelerini öğrendiğini söyledi. “Orada Araplara kendi dillerini öğretiyordum.” diyerek bu durumu açıklıyordu. Hocamızın Peygamber şehri olan Medine’deki imar ve ıslah işlerinde büyük hizmeti olmuştur. İlmiyle, dirayetiyle bilhassa doğruluğu ile herkesin takdirini kazanmıştır. Arazi ihtilaflarında bilirkişilik yapmıştır. İstimlâk olaylarında kendisine büyük paralar teklif edilmiştir. Fakat Hocamız bunlara asla meyletmemiştir. Hatta kendisine para teklif edenlere:

“Bana rüşvet teklif etmeye utanmıyor musun!” diyerek azarlamıştır. Onun doğruluğu ve sahasında otorite olduğu Kral Faysal’a anlatılmıştır. Kral kendisiyle görüşmüş ve ona takdirlerini bildirmiştir. Kral tarafından Hocamıza:

-Ömür boyu burada kalabilir, istediği herşeyi yapabilir şeklinde Arabistan’da oturma izni verilmiştir.

Birgün Kral etrafındakilere kızarak:

“-Sizin hepiniz hırsızdır. Ülkemizde hırsız olamayan bir kişi vardır. O da Türk Mühendistir” diyerek bağırmıştır.

Değerli Hocamız Ramazanları Kâbe-i Muazzama’da geçirmiş orada tavaf ederken veya otururken devamlı hatimler okumuştur. Orada kendisine ilahi feyizler geldiğini yeryüzünde heran okunan ezanların göklere doğru yükseldikten sonra Kâbe’ye aksettiğini, bundan dolayı devamlı ezan sesi işittiğini anlattı. Arabistan’da kaldığı son senede Cidde’de serbest iş yapmıştır. Hergün Mekke’ye gidip-gelerek beş vakit namazın üç vaktini, bazen beşini de Kâbe’de kılmıştır. Böylece dünyanın en mukaddes mekanında çokça ibadetler yapmıştır.

1970 yılında değerli Hocamız Türkiye’ye dönmüştür. Belediyelerle anlaşmalı olarak Sincan, Elmadağ ve Beypazarı gibi yerlerde bürolar açarak proje mühendisliği yapmaya başlamıştır. O sıralarda biz kendisinden Hadis okumaya başladık. Pazar akşamları bir evde toplanıyorduk. Hocamızı da Hamdi ağabeyim oraya getiriyordu. Gecenin geç saatlerine kadar Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inden Hadis-i Şerif okurduk. Hocamız çok güzel açıklamalar yapardı. Saatlerin nasıl geçtiğini anlayamazdık.

Bu şekilde çalışmalar dört yıl sürmüştür. 1974 yılında kıymetli Hocamız Libya’ya gitmiştir. Orada çalışmaya başlamıştır. Orada da proje mühendisliği yapmıştır. On yıl Libya’da kalmıştır. Bütün Afrika’yı dolaşmış, oralarda konuşulan Arapça lehçelerini öğrenmiştir. Yabancı dillere olan ilgisi artarak devam etmiş, otuz kadar yabancı dil öğrenmiştir. Her dilden radyo ve televizyon haberlerini dinleyerek dünyada olan olayları takip etmiştir.

Hocamız 1985 yılının haziran ayında Ankara’ya döndü. Kalaba mahallesi özgürler sokaktaki evini de kendi plan ve isteğine göre değiştirip düzenledi. Artık evine çekilip kitaplarla baş başa kalacak araştırmalar yapacaktı. Önce Kıraat İmamlarının okuyuşlarına göre değişik renkli kalemlerle yazarak devam ediyordu. Sonra Hadis-i Şeriflerden ve kaynak tefsirlerden faydalanarak Arapça geniş bir tefsir yazmaya başladı.

1988 yılı ekim ayında Hocam bizim eve teşrif etmişti. Orada sohbet ederken Hamdi ağabeyimle ikimiz;
-Hocam haftada bir kere olsun yine bize ders okutsanız çok iyi olacak. Sizin geniş ilim ve tecrübelerinizden faydalanmak istiyoruz, dedik. Bizim bu teklifimize karşılık Hocamız:
-Arkadaşlarla görüşüp, sohbet etmeyi bende istiyorum. Bir yer ayarlayın da başlayalım, dedi.
Kasım ayı içerisinde Hacı Bayram Camii yakınındaki Doktor Emin Acar’ın dershanesinde cumartesi günleri öğleden akşama kadar olmak üzere derse başlanıldı. Müslim hadisleri okunuyordu. Kısa zamanda derse iştirak edenlerin sayısı çoğaldı. Kırk-elli kişi kadar bulunuyordu. Çok güzel ve faydalı bir ders oluyordu. Hadisler ve ravileri hakkında Hocamız geniş açıklamalarda bulunuyordu.

25 Mart 1989 tarihli cumartesi günkü dersinde Hocamız ruhların durumunu açıklarken şöyle dedi:

“Birgün bana mânevi bir hâl oldu. Sâmi Efendiyi, Mehmed Efendiyi, Behçet Efendiyi, Zekaî Hocayı ve kendimi arşta gördüm. Bana o gösterilen yer, ruhların makamı idi. Bu zatları ben çok severdim. Cenab-ı Allah lütfu ile beni onlarla beraber ettiğini böylece bana bildirdi.”

İsmâil Turan Hocamız birgün sohbetinde şunları anlattı:

“1950 yılında Ankara’da idim. Hastalandım. İki-üç hafta kadar yatmak mecburiyetinde kaldım. O arada Farsça öğrenmeye çalışıyordum. Zira Farsça’yı öğrendikten sonra Mesnevi’yi aslından okumak istiyordum. Çünkü Mevlânâ KS, o meşhur eserini Farsça olarak yazmıştı.
Ben hasta olduğum halde böyle uğraşırken manevi bir hâl oldu. Mevlânâ yanımda zuhur etti. Ve Mesnevi’yi bana okuttu. Böylece ben hem mesnevi’yi aslından okumuş, hem de Farsça’yı öğrenmiş oldum.”

“ 1963 yılında Mekke’de bulunduğum bir sırada rüyamda Medine’ye sevgili Peygamberimiz SAS’i ziyarete geliyordum. Rasulullah SAS beni Bedir’de karşıladı. Yanında Sahabe’den RA bazıları da vardı. Mescide girince Peygamber Efendimiz bana dua etmemi buyurdu. Ben hadis-i şeriflerden öğrendiğim bir Salavât-ı Şerîfe’yi orada dua olarak okudum. Sonra Peygamber Efendimiz SAS bir ip çekerek kıblenin düzgün bir şekilde nasıl olacağını bize gösterdi. Orada namaz kılmaya hazırlandık. Peygamber Efendimiz beni imamlığa geçirmek istedi. Ben ilk anda;

-Nasıl olur da ben Allah Rasulünün önüne geçerek namaz kıldırabilirim diye düşündüm ve geçmek istemedim. Fakat O ısrar etti. O anda ben bunun büyük bir şeref ve fazilet olacağını, Hz. Ebubekir RA’ın, Peygamberimiz SAS hastalandığı zaman, onun da bulunduğu bir cemaate imam olarak namaz kıldırdığını düşünerek imamete geçtim. Ve namaz kıldık.”

Cenab-ı Mevla’dan duamız odur ki, Hocamıza sağlıklı uzun ömür versin. Onu verdiği derslerle ve yazdığı eserlerle âlem-i İslâm’a faydalı kılsın.

Bir cumartesi dersten sonra değerli Hocamız İsmâil beye Yuvalı Hatip Hocayı Rh.A tanıdınız mı? diye sordum.
Şöyle dedi:

“Tanıyorum. Benim Ankara’ya geldiğim senelerde adından çok bahsediliyordu. İyi bir vaiz olduğu söyleniyordu. Zincirli Camiinde vaaz ederken kendisini birkaç kere dinledim. İnce bir sesi vardı. Tatlı ifadelerle konuları güzel anlatıyordu.”
Post Reply

Return to “Sûfiler Tabakası”