Peygamber Resimlerini İslam Elçilerine Gösterilişi

Post Reply
mstf
Posts: 185
Joined: 30 Nov 2007, 16:43
Kan Grubu: A (+)

Peygamber Resimlerini İslam Elçilerine Gösterilişi

Post by mstf »

Hz. Ebu Bekir de, Rum Kayseri Herakliyus'u İslâmiyete davet etmek üzere,[76]

Hişam b. Âs el-Emevî'yi,[77]

Nuaym b. Abdullah'ı ,[78]

Ubâde b. Sâmit'i,[79]

Amr b.Âs'ı,

Adiyy b. Ka'b'ı

gönderdi.[80] Gönderilen elçilerden bazıları, bu husustaki anılarını şöyle anlatmışlardır:

"Rum hükümdarını İslâmiyete davet edelim diye, hayvanlarımıza binip yola çıktık. Dımaşk'a vardık.

O zaman, Şam ülkesi, Herakliyus adına, Cebele b. Eyhemü'l-Gassânî'nin idaresinde idi.

Şam'a girmek için izin istedik, izin verildi.

Cebele, bize bakınca, hoşlanmadı. Emretti, bir tarafa çekilip oturduk. Kendisi ise, özel minderde, ileri gelen adamlarıyla birlikte oturmakta idi.[81]

Bizimle konuşmak ve söyleyeceklerimizi kendisine eriştirmek üzere, bize bir adam gönderdi.

'Vallahi, biz hiçbir zaman elçi ile konuşmayız! Biz ancak hükümdara gönderildik!' dedik.[82]

Elçi, gidip bunu anlatınca, Cebele oturduğu minderden inip başka bir mindere oturdu.

Bizim yanına kadar gelmemize izin verdi.[83]

Cebele'nin üzerinde kara, kaba bir elbise vardı. [84]

Çevresine bakıldığı zaman, herşeyin de kapkara olduğu görülüyordu."[85] Cebeleye:

"Senin şu kara, kaba giymenin sebebi nedir?" diye sorulunca,[86] Cebele:

"Sizi bütün Şam'dan,[87] beldelerimden[88] çıkarıp giderinceye kadar, bunu adak olarak giyeceğim ve üzerimden çıkarmayacağım!" dedi.[89]

İslâm elçileri:

"Sen biraz yumuşak davran ve acele etme![90]

Vallahi, sen şu oturduğun yerden bizi menedinceye kadar, biz onu muhakkak senden alacağız![91] Vallahi, biz burayı inşaallah senden de, en büyük kraldan da alacağız! Bunu, bize Peygamberimiz (a.s.) haber verdi!" dediler.[92]

Cebele İslâm elçilerinin konuşmak istediklerini konuşmalarına "Konuşunuz!" diye izin verince,[93] Hişam b. Âs konuşmaya başlayıp onu Allah'a imana davet etti,[94] İslâm iyete davet etti.[95]

Ubâde b. Sâmit der ki:

"Biz, onu böylece Allah'a imana ve İslâmiyete davet ettikse de, hayra ermeyi kabul etmedi.[96]

Cebele:

'Demek, siz Sümerâsınız ha?' dedi.

Ona:

'Sümerâ, ne demek?' diye sorduk.

Cebele:

'Siz onlar değilsiniz!' dedi.

Ona:

'Ya kimlermiş onlar?' diye sorduk.

Cebele:

'Onlar, geceleri namaz kılan, gündüzleri oruç tutan bir kavimdir!' dedi.

Biz de:

'Vallahi, biz onlanz![97] Geceleri namaz kılar, gündüzleri oruç tutarız1 dedik.[98]

Cebele:

'Sizin namazınız nasıldır?' diye sordu.

Kendisine namazımızı tarif ettik.[99]

Cebele:

'Sizin orucunuz nasıldır?' diye sordu.

Ona orucumuzu da tarif ettik. [100]

Cebele bize daha başka şeyler hakkında da sorular sordu.

Sorularının cevaplarını verdiğimiz zaman,[101] Allah bilir ki,[102] yüzünü kara bürüdü, yüzü kapkara oldu,[103] tencere karasına döndü.[104] Azarlandık.[105]

Bize:

'Kalkın!' dedi.[106]

Krala gönderilmemizi, adamlarına emretti.[107]

Bizi, elçiler ve kılavuzlarla birlikte Rum kralına yolladı.[108]

Kostantiniyyeye [İstanbul'a] yaklaştık.[109] Şehrin kapısına vardık.[110] Hayvanlarımızın üzerinde olduğumuz halde, sarıklarımızı ve kılıçlarımızı düzenledik.[111]

Bizimle birlikte gelen elçi:

'Şu hayvanlarınız kralın şehrine sokulmaz![112]

Size, isterseniz katırlar, isterseniz eğerli ve uysal atlar getireyim,[113] getirelim.[114] Sizi eğerli, uysal atlara ve katırlara bindirelim.[115]

Eğerli uysal atlar ve katıriar getirinceye kadar, siz burada durup bekleyin' dedi. [116]

Biz:

'Hayır![117] Vallahi, biz bulunduğumuz gibi,[118] hayvanlarımızın üzerinde olmadıkça,[119] buraya girmeyiz!' dedik.[120]

Kaysere:

'Onlar şehre atlar ve katırlar üzerinde girmeyi kabul etmiyorlar!?' diye haber göndendiler.[121]

Kayser 'Onların yollarını açın!'[122] diyerek şehre hayvanlarımızın üzerinde girmemize emir,[123] izin verince,[124] hemen kılıçlarımızı kuşandık, hayvanlarımıza bindik.[125]

Sarıklarımızı sarınmış, kılıçlarımızı kuşanmış olarak, hayvanlarımızın üzerinde şehre girdik.[126]

Kostantiniyye (İstanbul) halkı, bizi böyle, sarıklarımıza sarınmış, kılıçlarımızı kuşanmış olduğumuz halde hayvanlarımızın üzerinde görünce, şaşırdılar.[127]

Kayserin sarayının kapısına kadarvardık.[128]

Hayvanlarımızı sarayın duvarının dibinde ıhdırdık.[129]

Kayser o sırada sarayının yüksek bir odasında oturuyor ve bize bakıyor, yanında da kumandanlar ve Rum ileri gelenleri bulunuyordu.

Başımızı kaldırıp yüksek sesle:

'Lâ ilahe illallâhu vallâhu ekber!' diyerek tekbir getirdik.

Allah bilir ki, bütün saray, rüzgârın hurma ağacını salladığı gibi sallandın[130]

Kayser, bize:

'Dininizi[131] bana böyle[132] kapımda[133] açıklamanız sizin için uygun değildir!1 diyerek acele haber gönderdiği gibi;

'İçeri girin!' diye de haber gönderdi.[134]

Kayserin yanına girdik.[135]

Kayser, kendisine mahsus yüksek bir minderde oturuyordu. Meclisindeki, çevresindeki herşey kır­mızı, üzerindeki elbise de kırmızı idi.

Kumandanlar ve Rum ileri gelenleri de yanında bulunuyordu.[136]

Kendisine söylemek istediğimiz şeyi elçiye söylememizi isteyince:

'Hayır! Vallahi, biz elçi ile konuşmayız!

Biz, ancak krala gönderildik!

Eğersen bizim seninle konuşmamızı istiyorsan, bize izin ver, seninle konuşalım' dedik.[137]

Selam vermeden, yanına girdik.[138]

'Lâ ilahe illallah!' dedik.

Allah bilir ki, saray sallandı!

Hatta, Kayser ve adamları, başlarını kaldırdılar.[139]

O sırada, Kayserin yanında, açık ve güzel Arapça bilen bir adam bulunuyordu.[140]

O, bize:

'Oturunuz!1 diye işaret edince, bir tarafa çekilip oturduk.[141]

Kayser, gülerek: [142]

'Beni aranızdaki selamla selamlamaktan sizi meneden nedir?[143]

Peygamberinizi selamladığınız selamla beni selamlamaktan sizi men eden nedir?1 diye sordu.[144]

'Sizin beni aranızdaki selamınızla selamlamanız gerekmez mi idi?1 dedi.[145]

Ona:

'Bizim seni aramızdaki selamımızla selamlamamız sana, senin selamlandığın selamla selamla­mamız da bize helâl olmaz![146]

Ne bizim peygamberimizi selamladığımız selamla seni selamlamamız sana helâl olur, ne de senin selamlandığın selamla seni selamlamamız bize helâl olur' dedik.[147]

Kral:

'Sizin aranızdaki selamınız nasıldır?1 diye sordu.[148]

'Esselâmü aleyke'dir!'[149]

'Esselâmü aleyküm'dür![150] Cennetliklerin selamıdır' dedik.[151]

Kral, bize:

'Siz peygamberinizi de mi bununla selamlarsınız?1 diye sordu.

'Evet!' dedik.[152]

Kral:

'Hükümdarlarınızı nasıl selamlarsınız?' diye sordu.

'Bununla selamlarız1 dedik.[153]

Kral:

'Size verilen selama da mı bununla karşılık verirsiniz?' diye sordu.

'Evet,[154] bununla![155] Böyle! dedik.[156]

Kral:

İçinizden, peygamberinize herhangi bir şeyde vâris olan var mı?' diye sordu.

'Yoktur! Bir kimse, ölünce vârisini veya yakınını bırakır; vârisi veya yakını, ona vâris olur. Fakat, Peygamberimize bizden, hiçbir şeyde vâris olan olmamıştır!' dedik.[157]

Kral:

'Hükümdarınızda da, hal böyle midir?' diye sordu.

'Evet!' dedik.[158]

Kayser:

'Sizi katınızda, en büyük kelâmınız nedir?' diye sordu.[159]

'Lâ ilahe illallâh![160] Lâ ilahe illallâhu vallâhu ekber!' dedik.[161]

Deyince, saray tekrar sallandı!

Kayser gözlerini açtı, tavana doğru baktı ve:

'Siz bu kelimeyi söyleyince, oda sallandı ha?!' dedi.

'Evet!' dedik.[162]

Kayser:

'Siz bunu düşmanlarınızın beldelerinde söylediğiniz zaman, tavanları sallanır mı?' diye sordu.

'Hayır!' dedik.

Kayser:

'Siz bunu kendi beldelerinizde söyleyince, tavanlarınız sallanır mı?' diye sordu.

Biz:

'Hayır! Biz bunun böyle yaptığını hiç görmedik! O bu şeyi ancak senin yanında yaptı.[163] O, bize öğütten başka birşey olamaz!' dedik.

Kayser, yanında oturanlara dönerek: [164]

'Ne güzel doğru söz!' dedi[165] ve:

'Siz, şehirleri fethettiğiniz sıralarda ne dersiniz?' diye sordu.

'Lâ ilahe illallâhu vallâhu ekber, deriz' dedik.

Kayser:

'Lâ ilahe illallah dediğinizde,[166] O'nunla birlikte ortak yok![167] O'nunla birlikte hiçbir şey yok; [168]

Vallâhu ekber dediğinizde de, Allah herşeyden büyüktür![169] O'ndan daha büyük birşey yok! Onun eni boyu yok,[170] demek istiyorsunuzdur herhalde?1 dedi.

'Evet!' dedik.[171]

Kayser bize birtakım şeyler daha sorduktan ve cevaplarını aldıktan sonra:

'Sizin namazınız ve orucunuz nasıldır?' diye sordu.

Bunları da kendisine anlattık.[172]

Kayser bizim güzel, büyük bir yerde ağırlanmamız için, ilgililere emir verdi ve bize de: 'Kalkınız!' dedi.[173]

Orada üç gün kaldık.[174]

Kayserin, sabah ve akşam, bize lütuf ve ikramları geldi.[175]

Kayser geceleyin bize haber gönderdi. Yanına girdik. Kendisinin yanında hiç kimse yoktu.[176]

Kayser oturmamızı emretti, oturduk. [177]

Kendisine söylemiş olduğumuz sözleri tekrarlamamızı istedi, onları tekrarladık. [178]

Kayser hizmetçisini çağırıp ona birşey söyledi.

Hazırlattığı ,[179] büyük ve altın işlemeli, dör tköşe çekmece gibi birşeyi getirtti.

Çekmecenin birçok küçük ve kilitli gözleri vardı. [180]

Kayser, gözlerden birisini açtı. Oradan, siyah ipekli bir bez parçası çıkarıp yaydı.

Bezin üzerinde, ak benizli, yüzü ayın ondördü gibi parlak,[181] uzun boylu, çok saçlı,[182] saçı iki bölük halinde örgülü,[183] büyük gözlü,[184] uzun boyunlu, [185] kalın baldırlı,[186] sakalsız[187] bir insan resmi vardı.

Kayser, bize:

'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu. Biz:

'Hayır!' dedik. Kayser:

'Bu, Âdem'dir!1 dedi. Onu çıkardığı yere koydu.

Sonra, başka bir göz açtı. İçinden siyah ipekli bir bez parçası çıkarıp yaydı. Üzerinde, ak benizli,[188] çok saçlı, hüzünlü, kederli, güzel yüzlü,[189] güzel sakallı,[190] büyük başlı, kıvırcık saçlı, kalın baldırlı, gözlerinde kırmızılık bulunan,[191] büyük gözlü, iki omzunun arası geniş olan[192] bir insan resmi vardı.

Kayser, bize:

'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu.

Biz:

'Hayır!' dedik.

Kayser:

'Bu, Nuh'tur!' dedi.[193]

Kayser, onu da çıkardığı yere koydu.

Sonra, başka bir göz açtı. Gözün içinden, siyah ipekli bir bez parçası çıkarıp yaydı. Bezin üzerinde, ak tenli, ak sakallı,[194] ak saçlı, güzel gözlü, açık alınlı, uzunca yanaklı,[195] güzel yüzlü,[196] gülümser gibi bir zâtın resmi vardı.

Kayser, bize:

'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu.

Biz:

'Hayır!' dedik.

Kayser:

'Bu, İbrahim'dir!' dedi.[197]

Kayser onu da çıkardığı yere koydu.

Sonra, başka bir göz açtı. Gözün içinden, siyah ipekli bir bez parçası çıkarıp yaydı.

Bezin üzerine, aktenli bir insan resmi çizilmiş olup,[198] Peygamberimiz Muhammed (a.s.)a göre çizilmişti.[199]

Ona bakınca,[200] kendi kendimize:

'Peygamberimiz Muhammed (a.s.)![201] Vallahi, Resûlullah (a.s.)!'[202] dedik[203] ve ağladık.[204] Kayser 'Size ne oluyor?![205] Siz bunu tanıyor musunuz?' diye sordu.[206]

Biz:

'Evet![207] Bu, bizim peygamberimiz Muhammed (a.s.)ın resmidir!' dedik.[208]

Kayser:

'Size Allah adına,[209] dininiz adına and veriyorum![210] Bu, sizin peygamberinizin resmidir' dedi.

Biz:

'Evet! Bu, peygamberimizin resmidir![211] Allah ve dinimiz adına yemin ederiz ki; bu, peygamberim-izdir![212]

Sanki onu sağ olarak görür gibiyiz![213]

Sanki ona sağ olduğu halde bakıyor gibiyiz!1 dedik.[214]

Allah bilir, Kayser ayağa kalktı, sonra oturdu ve:

'Allah aşkına! Bu, gerçekten o mudur?' dedi.

Biz:

'Evet! Gerçekten odur. Sanki biz ona bakıyor gibiyiz!1 dedik.

Kayser ona bir müddet baktı durdu.[215]

Sonra da:

'Bu resim, gözlerin en sonuncusunda idi. Fakat, ben onun üzerinizde ne etki yapacağını[216] biley­im,[217] göreyim diye, çıkarıp göstermekte acele ettim1 dedi. Sonra da, onu çıkardığı yere koydu."[218]
Kaynak : M.Asım Köksal Hz.Muhammed ve İslamiyet
Ehl-i irfan arasında aradım kıldım talep
Her hüner makbul imiş illa edeb illa edeb
kinali2855
Posts: 119
Joined: 01 Jan 2008, 17:09
Kan Grubu: 0 (+)

Re: Peygamber Resimlerini İslam Elçilerine Gösterilişi

Post by kinali2855 »

kardeşim paylaşımın için çok teşekkür ederim Allah razı olsun.

bir sorum olacaktı bende bu kısmı daha önce okuduğumda aynı soru takılmıştı aklıma acaba bu sandık ne oldu? bu konuda bilgisi olan varsa ve bizi bilgilendirirse sevinirim.
Men Dakka Dukka
Post Reply

Return to “Peygember Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v)”