CAMİ IŞIKLARINA BAKAN ÇOCUK...

Post Reply
asım
Posts: 280
Joined: 01 Sep 2007, 17:58
Kan Grubu: A (+)

CAMİ IŞIKLARINA BAKAN ÇOCUK...

Post by asım »

"Çocukluktan gençliğe geçmeye çalıstığım dönemlerde yazarlık hayalleriyle dolu olduğumu gören babam,
‘Yanağını cama yapıstırıp, evin çaprazındaki caminin serefesinde iftar zamanını haber veren ısıkların
yanmasını, ısıklar yanar yanmaz bunu bağırarak haber verdiğinde büyüklerin aferinini almak için heyecanla
bekleyen bir çocuğu anlatabilir misin' demisti.

Yaklasık kırk yıldan beri o çocuk aklımdadır.
Hálá o sahneyi ve o çocuğu en iyi biçimde nasıl anlatacağımı bulamadım.
Ama bu görüntü benim yazarlık temrinlerimden biri oldu.

Babamın kendi çocukluğunun anılarının arasından çıkartıp bana yazı ödevi olarak verdiği sahneye kendi
çocukluğumun anıları da eklendi.
Evimizin hemen karsısındaki küçük cami.

Ramazan geceleri mahallenin çocuklarıyla birlikte gittiğimiz teravih namazları, camideki büyüklerin bize baska
zamanlarda pek de göstermedikleri bir sefkati göstermeleri, hálá çocuk aklımla ezberlediğim biçimde söylediğim
‘allah umme salli ala'nın muhtesem melodisiyle dalgalar gibi kabaran o tuhaf cosku, namaz çıkısında
hissettiğimiz o ağırbaslı memnuniyet...

Sahur vakti sıcak yataktan gözlerim yarı kapalı kalkıp sobası yakılmıs salonda hazırlanmıs sofraya oturusum,
galiba sadece ramazanlarda yapılan o yumurtaya bulanmıs ekmek kızartmaları, demli çay, beni sevgiyle ve
gururla bağrına bastığını düsündüğüm büyük bir kalabalığın parçası olmanın güveni ve sonsuz bir huzur.
Allah'ı çok sevmistim.

O'ndan benim anlamadığım kelimelerle söz ediyorlardı ama O benim için, beni sevmesini istediğim temiz yüzlü
yaslı bir dedeydi, oruç tuttuğum zamanlarda bana gülümsediğini düsünürdüm.
Doğrusu ya ondan pek korkmazdım.
Ama beni sevmesini isterdim.

İlk kez okulda din hocası cehennemi uzun uzadıya bütün korkunçluğuyla anlattığında dehsete düsmüstüm,
benim teravih namazlarında, iftarlarda, sahurlarda hissettiklerimle hocanın anlattıkları hiç birbirine
benzemiyordu.

O, beni çok korkutan, bana çok uzak, çok mesafeli, çok gazaplı, benim çocuk aklımın kavrayamayacağı çok
ürkütücü bir güçten bahsediyordu.
Biz dede-torun değildik.
Beni sevmiyordu.
Kötü bir sey yaparsam beni ateslerin içine atacak, beni yakacak, bana acılar çektirecekti.
Ben ona hiç böyle seyler yapmazdım ki, ben onun için hiç böyle cezalar düsünmezdim ki, ben onu seviyordum,
o niye beni ateslerin içine atmak istiyordu.
Çok korktuğumu, çok üzüldüğümü hatırlıyorum.
Bir daha uzun yıllar camiye gitmedim.

Din hocası benim çocukluk dünyamın en huzurlu hayalini, o soğuk yatakhanelerde uyumadan önce dua edip
kendisine gülümsediğim, herkes bana yaramazlık yaptım diye kızdığında kendisine sığındığım ‘yakınımı'
benden koparmıstı.
Sonra büyüdüm.
İnanmanın huzurundan aklın huzursuzluğuna geçtim.

***

O çocukluk dönemimden sonra bir daha hiç dindar olmadım, oruç tutmadım, dua etmedim, namaz kılmadım.
Lise yıllarında karsımdakinin inançlarına hiç aldırmaz, herkesin korktuğu bir güçten korkmamanın tuhaf
lezzetiyle diğer çocuklarla kıyasıya tartısırdım, onlar Tanrı'nın varlığını kanıtlamaya çalısırlardı ben yokluğunu.
Küçük bir çocukken inanmayı ne kadar sevdiysem, ilk gençliğimde de inanmamayı o kadar sevdim.

Baskaldırmanın müthis cazibesine kapılmıstım.
Hayatın zıpkınlı acılarından beni koruyacak bir güç yoktu artık, her acı doğrudan tenime yapısıyor, o acıları
tasımakta ilahi bir güç bana yardımcı olmuyordu.

Yirmili yaslarımda Ankara'da bir isçi kooperatifinde karımla birlikte epeyce sıkıntılar çekerek yasarken
komsularımız olan bir ‘inançlı insanlar' grubuyla karsılasmıstık.
Gerçekten çok hos insanlardı, yumusaktılar, hosgörülüydüler, benim gençlik saygısızlıklarımı kibar bir sabırla
karsılıyorlardı.
Aralarından bir tanesi eski bir kabadayıydı, iriyarı, güçlü kuvvetli bir adamdı, epey kavgaya karısmıs, günahın
her türlüsüne batıp çıkmıstı, sonra ‘inancı' bulmustu.
Beni sessizce dinler, ben sözümü bitirince ‘Ahmet, kardesim' diye baslardı lafa, beni ‘doğru yola' getirmek için
uğrasırdı. Dini korkuyla değil sevgiyle anlatırdı.

Zor günlerdi, babam hapisteydi, kız kardesim hastaydı, karım hamileydi, bes kurus para yoktu, bir yayınevinin
zemin katında düzeltmen olarak çalısıyor, kazandığım paranın çoğunu kiraya veriyordum.
O sırada hayatımdaki en iyi sey o dindar insanlardı.

Dindarları sevdim. İnançlarını paylasmadım ama onlara ve inançlarına imrendim.
Bana çocukluğumu, teravih namazlarını, sahurları, iftar sofralarını, huzuru hatırlatıyorlardı.
Öfkeli değillerdi, çıkarcı değillerdi, haramdan ölesiye korkuyorlardı, muhtaçlara yardım ediyorlardı, inançlarıyla
böbürlenmiyorlar, dini bir gösterise döndürmüyorlardı.
Onlara saygı göstermeyi öğrendim.
Kendi inançsızlığımla onları kırmamaya özen gösterdim.
Zor günlerde bir ‘inançsıza' bağısladıkları dostluğu hiç unutmadım.

Din hakkında düsünmeye basladım, ‘din bir afyondur' ezberinden ‘din nedir' sorusuna geçtim, insanların ve
toplumların hayatında dinin yerini merak ettim.
Gerçek bir dindarla, bir müminle, dini gösterisli bir rozet gibi yakasına takanlar arasındaki farkı gördüm.
Đçinde bir vahsetle, bencillikle hatta kötülükle doğan ve ölüm gibi karanlık bir yok olusla varlıkları sona eren
insanların gelisiminde, yasama gücü bulusunda, ahlakı yaratısında, vahsetini sınırlayısında dinin çok önemli
kültürel bir değer olduğunu fark ettim.
Dindar olmadım, inançlı olmadım. Hálá da değilim. Hiçbir zaman da olmayacağım herhalde.
Ama din fikrini, gerçek dindarları seviyorum.

Tanrı'yla iliskim ise anlatılması çok zor çeliskilerle dolu.
Varlığına inanmıyorum ama o varmıs gibi hissetmekten hoslanıyorum, annemin mezarına gittiğimde dua
etmiyorum ama annemi ‘ona' emanet ediyorum.
Artık ne ölümden ne de ölümden sonrasından korkuyorum ama öldükten sonra sevecen bir ısıkla karsılasıp
yaramazlık yapmıs küçük bir çocuk gibi ona sığınıp gülümseyeceğimi aklımdan geçiriyorum.

***

Din hocası cehennemi anlatana kadar süren kuvvetli bir inanca dayalı ‘iliskim' simdi bir baska biçimde sürüyor,
onun adına yeryüzünde cehennemi yaratanları, onun adıyla gösteris yapanları, onun adına benim gibi
‘inançsızlara' öfkelenenleri, onun adını sadece insanları korkutmak için kullananları ‘onunla' arama
sokmuyorum.

Tanrı'dan bir beklentim yok.
Ona duyduğum sevginin, eğer o varsa, bir beklentiden ya da bir korkudan kaynaklanmadığını o biliyor.
Günahkar olduğumu da, babasının sevgisine sığınan biraz sımarık bir evlat gibi bu günahları islemeye devam
edeceğimi de.

Din adına dehset salanlar ne derlerse desinler, baskaları için kötülük düsünmeyenleri onun affedeceğine
inancım tam, benim tanrım her seyden önce ‘baskaları için kötülük düsündün mü' diye soracak bir tanrı.
Baskaları için kötülük düsünmezsem, onun varlığına inanmasam bile beni affedeceğini sanıyorum.
Affetmezse de gücenmeyeceğim.

Çocukluğumda tuttuğum oruçların, oturduğum iftar sofralarının huzurunu hiç unutmadım.
Bugün, bir tek kez öyle bir huzurla iftar yapabilmek isterdim.
O huzuru hissedenler, dilerim, o huzuru gereksiz öfkelerle bozmazlar.
Ben bir daha o huzuru bulamayacağım.

Ama, ‘yanağını dısarının soğuğunu hissederek cama dayayıp, evin çaprazındaki caminin ısıklarının yanmasını
bekleyen' çocuğu anlatmayı hep deneyeceğim.
Sanırım bunu hiçbir zaman tam da beceremeyeceğim.

Ahmet ALTAN"


Bu yazıyı okuyunca kendime çıkardığım hisse:

Sevgili peygamber efendimiz (s.a.v.) :
"Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz" buyurmuşlardır.

Bu buyruğu her ne kadar ibadetlerle ilgili görünüyorsa da, biz bu hadisi hayatımızın her safhasına, komşularımızla olan ilişkilerimizde, çocuklarımıza ve eşlerimize göstereceğimiz ilgide, insanlara olan münasebetlerimizde temel prensip kabul edebiliriz.

Sevgili peygamber efendimizin (s.a.v.) hayatı göz önünde bulundurulduğunda bunu sıkça görürüz. Bunlardan bir tanesini Hz.Aişe (r.a.) validemiz anlatıyor :
"Peygamber (s.a.v.) iki dünya işi arasında muhayyer bırakılınca (seçim kendisine bırakılınca) günah olmadıkça mutlaka onlardan en kolay olanını alırdı. Ne var ki, şayet günahı gerektiren bir konu olursa da ondan insanların en uzak olanı Hz.Peygamber (s.a.v.) olurdu. O, kendisi için hiç kin tutmamış ve öç almamıştır."

En yakın çevremizden en uzak/tanımadık insanlara muamelemiz güzel olmalıdır.

Koca Yunus'un (rh.a.) dediği gibi :

"Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire bâşı,
Söz ola zehirli aşı,
Yağ ile bal ede bir söz."

ve yine O koca Yörük'ten (rh.a.) bir deyiş :

"Çalış, kazan, ye, yedir;
Bir gönül ele getir. (Bir gönül'e gir.)
Yüz Kâbe'den yeğrektir (üstündür)
Bir gönül ziyareti."

Yüce Allah'ım!
Ona hala unutamadığı oruçların, iftarların huzurunu tekrar duymayı, seni sevmeyi ve bağlanmayı nasib eyle.
Onu da sevdiğin ve birikimlerini din-i mubin'in hizmetinde kullananlardan kıl.
Bizi de gereksiz öfkelerle sana olan bağlılığına halel getirenlerden kılma!
(âmin)
"Biz herkese hüsn-ü zan eder, kimsenin aleyhinde bulunmayı sevmeyiz. Rahmetli babamdan aldığım ders şudur ki: Oğlum "herkes iyi, ben yaman, herkes buğday, ben saman" de ve öylece kabul et." Mehmed Zâhid KOTKU (Rh.A.)
User avatar
Halil Necati
Posts: 618
Joined: 02 Nov 2007, 19:54

Re: CAMİ IŞIKLARINA BAKAN ÇOCUK...

Post by Halil Necati »

Allah razı olsun..
asım wrote:Yüce Allah'ım!
Ona hala unutamadığı oruçların, iftarların huzurunu tekrar duymayı, seni sevmeyi ve bağlanmayı nasib eyle.
Onu da sevdiğin ve birikimlerini din-i mubin'in hizmetinde kullananlardan kıl.
Bizi de gereksiz öfkelerle sana olan bağlılığına halel getirenlerden kılma!
Âmin..
Post Reply

Return to “Köşe Yazıları”