Şirkten uzak durun Mehmed Zahid Kotku[ksa]
Posted: 08 Feb 2010, 23:39
Şirk'ten uzak durun! Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hazretleri
--------------------------------------------------------------------------------
RÂMÛZÜL-EHÀDÎS DERSİ
3 Ağustos 1975 - İskenderpaşa
Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hazretleri
Hazırlayan: Dr. Metin ERKAYA
---------------------------------
ŞİRK'TEN UZAK DURUN!
Eûzü billâhi mineş-şeytànir-racîm.
Bismillâhir-rahmânir-rahîm...
Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn...Vel-àkıbetü lil-müttakîn...Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...
İ'lemû eyyühel-ihvân... İnne efdalel-kitâbi kitâbullàh... Ve enne efdalel-hedyi hedyü muhammedin sallallàhu aleyhi ve sellem... Ve şerrel-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid'ah... Ve külle bid'atin dalâleh... Ve külle dalâletin fin-nâr... Ve bis-senedil-muttasıli ilen-nebiyyi sallallàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:
a. Hacda Günahlar Affolur
RE. 6/1 (İttekul-amel, fekad gufira leküm mâ medà)
Beraber bir salât ü selâm okuyalım:
Allàhümme sallî alâââ... Seyyidinâââ... Muhammedinin-nebiyyil-ümmiyyi ve alâ... Âlihîîî, ve sahbihîîî, ve sellim... (3 defa)
Bu farz olan hac... İnsan bulûğundan sonra oraya gidebilecek bir servete sahip olduktan sonra üzerine farziyet tahakkuk eder. Farz tahakkuk ettikten sonra, ulemâdan bir kısmı, "Artık ne zaman isterse gidebilir." demişlerse de, farz tahakkuk ettiği vakitte gitmesi efdal.
Zîrâ, farz tahakkuk ettikten sonra gitmez de; meselâ 25 yaşındayken farz tahakkuk etmiş, bu efendi 40 yaşındayken, 45 yaşındayken, "Artık gideyim!" dedi. "Gideyim!" dedi ama, ömrü de vefâ etmedi. Kaldı, haccı yapamadı. Çünkü bir çok esbab var. Hepiniz biliyorsunuz, gözümüzün önünde vakalar... Yollar kapanır, şu olur, bu olur, gidemez insan. Gidemeyince mes'ûliyetin altında kalır. Fırsat eldeyken gitmekten evlâsı yoktur.
Yaşının gençliğini bahane edip, "Şimdi gencim de, dur bakalım, günahlar işlerim sonra belki..." filân diyerekten, böyle hayallere kapılmak da doğru değil. Hem günah işleme, hem farzını git vaktiyle yap!
Bu hac yapıldıktan sonra, insan anadan doğma gibi olur. Yâni anadan doğan bir insanda günah bulunur mu? Nasıl bulunmazsa, haccını îfâ eden insan da hacdan sonra üzerinde günah kalmaz. Hepsi mağfiret-i ilâhiyeye mazhar olur. Çünkü kolay bir şey değil. Burdan şimdi meselâ bugün [1975] onbeşbin, yirmibin lira para harcayacaksın, az bir şey mi?.. Sonra yollarda da bir çok meşakkatler mezâlimler var. Sonra orda da ayrıca meşakkatler var. E bu meşakkatleri niçin yapıyoruz?.. Allah'ımızın emridir diye yapıyoruz. Binâen aleyh, bundan dolayı Cenâb-ı Hakk'ın hoşuna gidiyor, bizi affediyor artık, anadan doğma oluyoruz.
Binâen aleyh Efendimiz SAS buyurmuş:
(İttekul-amel fekad gufira leküm mâ medà) "Şimdiye kadar neler yaptınız, bitti, (gufira leküm) onların hepsi mağfiret olundu." Bir rivayette, bazı huk�k-u ibâd [kul hakları] kalır demişlerse de, Müzdelife'de onun da affolunduğuna dair rivayetler var.
Allah cümlemize, tekrar tekrar gitmeler nasib etsin... Çünkü bir kere gitmek farz oluyor; o farzı yaptık. E ondan sonra, ertesi seneye kadar hiç günah işlemeden durabilen olur mu? Mutlaka gene çeşit çeşit günahlar işlenir. Bu çeşitli günahları da yine döktürmek için, senede bir ay nasıl olsa istirahati var insanların; Avrupa'yı gezeceğine, bir ayı boşuna geçireceğine, gider orda Allah-u Teàlâ'nın emrini yapar. Gene varsa günahları, o da gider. Onun üzerine de bir çok sevap alır, gelir. O sevaplar da cennetteki terfi-i derecâtına sebep olur.
Cennete girmek kolay da, cennetteki makamları kazanmak yapılan ibadetlere bağlı... İbadeti ne kadar çoksa insanın, terfi-i derecâtı o kadar çok olacak. En büyük dereceyi de hafızlar kazanacak. Yalnız hafız demek, o zamana göre kurra dedikleri kimseler. Biz bugün onlara hafız diyoruz ama, asıl kurra denilen insanların, yâni hem alim hem hafız olan insanların adıymış vaktiyle. Bugün değişmiş başka.
Onun için, hem hafız olur, hem alim olur, hem de âmil olursa ibadetleriyle, onun derecesine kadar yüksek dereceye kimse erişemeyecek. Evvelâ peygamberlerin, arkasından da onların dereceleri yüksek olacak.
Gece namazları, nafile namazlar, sâir hayrât u hasenât da hep derecelerin artmasına vesile...
b. Kadınların Camiye Gelmesi
RE. 6/2 (İ'zenû lin-nisâi bil-leyl ilel-mesâcid) Ahmed ibn-i Hanbel'in, Müslim'in, Tirmizî'nin, Dâvud'un, İbn-i Hibbân'ın Hazret-i İbn-i Ömer'den rivayeti.
Şimdi bakınız, "Hadislerle amel sahih değildir." derler ya, şimdi bunu Türkçe'ye çevirsek, bundan herkes istifade eder. Kadınlar derler ki:
"--Biz de camiye gideceğiz, peygamberin hadisi var!" derler.
Yok diyemezsin. Hac hususunda da var. Onun için kadınlar diyor ki:
"--Bak hac cihadmış, kadınların da cihadıymış, biz de gideriz. Peygamber öyle buyurdu." diyorlar.
Ama erkeksiz gidemez hadisi var burda. Onu bilmiyor, işine geldiği gibi anlıyor.
Burda da. (İ'zenû lin-nisâi bil-leyl) "Gece namazlarında müsade edin de, izin verin de kadınlar da camilere gelsinler!" buyruluyor.
Bu vakt-i evveldeydi, ilk gündeydi. Sonra "Namazlarınızı evlerinizde kılın!" dedi. "Benim arkamda kılmaktansa..." Bak Peygamberin devri efendi! Bugün değil, Peygamberin devrinde... Peygamber SAS diyor ki:
"Benim arkamda namaz kılmanızdan, sizin mahalle caminizde kılmanız; hatta mahalle caminizde kılmanızdan, evlerinizin en derin odalarında kılmanız daha efdal! Benim camime gelinceye kadar çok mesafe katedeceksin, o geliş-gidişte birçok günahlara girersin. Onun için bu caiz değil. Mahalle camiinde kıl!
Mahalle camiinde kılmaktansa evinde kılmak daha efdal. Hatta evinin meselâ çeşitli odaları olur ya; iç oda, dış oda... İç odaları daha âlâ. Dış odadan, pencerelerden belki görünür. Bu namazı sen görünmeyecek bir yerde kıl!
Kadınlarımız şimdi bugün erkeklerle beraber vaaz dinliyorlar; kat'iyyen caiz değil. Bunların efendileri varsa, vebal efendilerine de ait.
Camilerde mevlid okunuyor, erkeklerle beraber gelip dinliyorlar. Camide mevlid okutmak da caiz değil, dinlemek de caiz değil!.. Cami Allah'a ibadet yeridir, Mevlid yeri değil. Mevlid'i herkes evinde okutur, başka yerde okutur. Nasıl hanımlar salon tutuyorlar da, dünyanın parasını veriyor da, düğün masrafı yapıyor. Sen de tut bir salon, davet et edeceklerini, orda okusun hafız...
--Camide olsa?..
Camide yalnız ibadet olur.
--E Mevlid fena mı?..
Mevlid de iyi ama, Mevlid insan kelâmı... Süleyman Çelebi yazmış onu, insan kelâmıdır, şiirdir, manzumedir. Camide okunmasına ulemâ izin vermemiş. Ama bugün adet olmuş başka...
Camilerde konuşmak da caiz değil. Sen ile ben, "Nasılsın, iyi misin?" desek; o da caiz değil. Sen beni sokakta sor, caminin içinde ne soruyorsun?.. Burası ibadethâne... Yâni Allah evi diyoruz ya, Allah evi olunca... Reis-i cumhurun evine gitsek, orda böyle laklak yapar mıyız ya? Orda yapamadığımız laklakıyyatı Allah'ın evinde nasıl yapıyoruz?.. Gayri alışmışız da, bize piknik gibi geliyor. Camiye mi geliyor, umûmî bir yere mi geliyor, farkında değil. Allah kusurlarımızı affetsin...
Onun için, camiye girerken evvelâ sağ ayağıyla girerken, (Neveytül-i'tikâf) "İ'tikâfa niyet ettim." de! Ondan sonra konuşmasına cevaz verilmiş ise de, bu da bir hile yoludur yâni. Bunu demekle artık ben konuşabilirim, dememeli. Onu yap, ama yine konuşmayı bırak!..
Allah kusurlarımızı affetsin...
c. Şirkten Sakının!
RE. 6/3 (Übâyiuküm) Übâya, bey' demek, yâni el ele tutuşup birbirine söz vermek demek.
-- Seninle ben kardeş olalım!
-- Olalım!
-- Söz veriyor musun?
-- Veriyorum.
Mübâyaa...
--Şu evi satıyorum.
--Ben de veriyorum.
Mübâyaa, alış-veriş, akd...
(Übâyiuküm alâ en lâ tüşrikû billâhi şey'â) Cenâb-ı Peygamber diyor ki: "Ben sizinle akdedeyim, söz vereyim, siz de söz verin! Ama neye?.. Allah'a şirk koymamak üzere söz veriniz, ben de sizin cennete girmenize söz vereyim!"
Şirk günahların en büyüğüdür. Riyâkârâne hareketler de şirkten ibarettir. Gösteriş ile yapılan amellerin hepsi riyâya dahil. Ameller sırf Allah için yapılır. Allah'tan gayrı, meselâ şimdi Mevlid'de o hafızların okuyuşlarını, seslerini beğendirmek için yaptıklarını bir düşünün... Zaten cami ufacık, bir de sesini salıverince, cami gümbür gümbür öter. Ona cevaz da yok... Haddini tecavüz etme! Öbürü kendimi beğendireceğim diye söylerken, bir sürü günaha girer.
(Übâyiuküm alâ en lâ tüşrikû) "Şirk yapmamak üzere bana söz verin!" Çünkü Cenâb-ı Hak Celle ve Âlâ:
(İnnallàhe lâ yağfiru en yüşreke bihî) "Allah şirk edenleri kat'iyyen mağfiret etmez. (Ve yağfiru mâ dûne zâlike limen yeşâ') Ondan maadâlarını [başkalarını] isterse affeder." Şirki affetmiyor.
Şirkin başlangıcı, gâvurun putunun karşısında putu Allah'a eş olarak; "Karısı vardır, kızı vardır, oğlu vardır, İsâ..." der, şu der, bu der. Bunların hepsi şirke müteallik. Sonra düşe düşe riyâya kadar gelir. Gösteriş olarak yapılan amellerin hepsi, şirkin içerisine dahildir. Allah cümlemizi korusun onlardan...
Bunun başı da gâvurluğa dayanır, gâvurluk demektir. Binâen aleyh, estaìzü billâh:
(İnnellezîne keferû) "Şunlar ki kâfir oldular, gâvur oldular, şirk koştular, Allah'ı tanımadılar, peygamberi tanımadılar, kitabı tanımadılar, küfür üzerindedirler. (Ve mâtû ve hüm küffârun) Gâvur olaraktan da öldüler. Gâvurluk haliyle. tövbe etip İslâmiyete giremeden öldü. (Ülâike aleyhim) Onların, bu gâvur olarak ölenlerin üzerine olsun, (lâ'netullàh) Allah'ın lâneti..."
Ne demek bu?.. Bizim pâye verip de başımızda taşımak istediğimiz, o gâvurcukların hâline bak sen şimdi: (Ülâike aleyhim lâ'netullàhi vel-melâiketi) Allah'ın lâneti, meleklerin de lâneti, (ven-nâsi ecmaîn) bütün insanların da lâneti o gâvurların, gâvur olarak ölenlerin üzerine olsun..."
Nasıl şimdi bu gâvurlarla sen dost olursun?.. Nasıl dost ittihaz edersin bu gâvurları?.. Bugün bu gâvurlar ki, memleketimizde yaşıyorlar; onları yaşatan biziz... Biz onlarla ünsiyet etmesek, alış-veriş etmesek, onlar kaçarlar bu memleketten... Geçinemezler. Onları geçindirip zengin eden biziz. Bizim sayemizde zengin oluyor, yaşıyor, parasını da gönderiyor oraya; bize kurşun atsın diyerekten... Bu kadar da şuursuzluk bilmem olur mu?..
--Ama ucuz veriyormuş...
Versin varsın... Git pahalıdan al sen!.. Ne işin var senin orda?.. Onun için gâvurla ülfet, ünsiyet kat'iyyen caiz değil.
Dün canım sıkıldı biraz. Gelmişler Almanya'dan misafirler:
"--Seni ziyaret etmek istiyoruz!" dediler.
Ben de yatıp dinleniyordum bir parça. Dedim:
"--Yâ Mekke'den mi geldi bunlar?.."
Mekke'den gelse gideriz, "Hoş geldiniz!" deriz. Gâvur memleketinden gelmiş. Buraya gelirken de, gâvurun bütün pisliklerini yüklenerekten geliyor. Gâvurdan topladığı pisliklerle beraber geliyor. Ne kadar zayıf insanlarız ki, onlara bügün hizmetkâr olacak dereceye kadar tezellül edip düşmüşüz! Bir gâvura hizmetkâr olmak ölümden daha beter. Soğan ekmek ye, tuz ekmek ye, kuru ekmek ye; gâvura köle olma ya!..
Bizim ecdadımız, gâvura köle olmamak için nasıl döğüştüler vaktiyle! Şu Çanakkale daha dünkü... Hepinimiz bilirsiniz az çok, babalarınızdan, dedelerinizden duymuşsunuzdur. İkiyüzellibin tane babayiğit yedi orası... Buraya gâvuru sokmayalım diyerekten. Sen o gâvurun ayağına git, ona köle ol... Ne?.. Çok para veriyormuş... Parası da başında patlasın, kendisi de başında patlasın!..
Allah kusurlarımızı affetsin...
Onun için, (Übâyiuküm alâ en lâ tüşrikû) "Hiç bir şeyle Allah'a şirk koşmamanız şartıyla sizle sözleşelim, mubâyaa edelim!" diyor.
Önceki derslerde de söylemiştim ama, bir kere daha söyleyeyim. Şirkin çok çeşitleri var. Allah'ın işine karışmak da şirktir. Abdulkàdir-i Geylânî zamanında, adamın birisi gelmiş ziyaretine. Yağmur da başlamış yağmaya, çöllere yağmur yağıyor. Demiş ki içinden:
"--Yâ Rabbi bu çöllerin suya ne ihtiyacı var? Çöl burası, ot yok, bir şey yok... Bu yağmurları bizim memlekete verseydin de, o arazilerimiz sulansaydı, mahsullerimiz daha güzel olurdu; şöyle olurdu, böyle olurdu..." diye içinden geçirmiş. Abdulkadir Hazretleri'nin yanına ziyarete giderken.
İçleri veliler okur, velilerin içleri okuması... Aziz kardaş, Allah bize biri ruh vermiş. O ruh her şeyi bilen bir mahlûk. Ruha kapalı bir şey yok, ruha gizli bir şey yok. Her şeyi bilen bir varlık bu. Onu da Allah bize vermiş, hepimizde var o ruh...
Meselâ Adem AS'ı yarattı, Adem AS topraktan halkoldu, çıktı meydana. Melekler demişler ki:
"--Yâ Rabbi, niye yarattın bunu? Biz varız ya! Küfür etmiyoruz, günah da etmiyoruz. Her dediğini de yapıyoruz. Bu Adem neler yapacak? Çok kabahatler, günahlar yapacak. Neden yarattın bunu?.."
Cenâb-ı Hak.... imtihan yapalım sizi. Meleklere sordu evvelâ:
--Bu ne?..
Meleğin görmediği, bilmediği bir şey.
--Bilmem, dedi.
--Bu ne?
--Onu da bilmiyorum.
Adem'e sordu:
--Bu ne?
--Radyo dedi.
--Bu ne?
--Teyp.
--Bu ne?
--Şu..
Görmedi Adem bunları daha, Adem de bilmiyor. Fakat onun ruhu bilgin, ruh bilgin... O bilgin ruh hepimizde var.
(Ve alleme âdemel-esmâe küllehâ) "Bütün isimleri Allah-u Teàlâ, bütün eşyanın isimlerini ona, ruhuna tâlim etmiş."
Binâen aleyh, hepimizin ruhunda bu varlık var. Ama, bu varlığı biz saklamışız günahların içerisine. İşte biz ondan haberimiz olmadan gidiyoruz bu dünyadan. Onun için diyorlar ki:
"--Nefsini bilmeden ölen, hayvan olarak gider." diyorlar.
Evvelâ nefsini bil... Nefsin ki, ruhun senin; ne büyük bir ruha sahipsin sen... Şark ile garb, yer ile gök senin emrine âmâde iken, dünyanın zevk ü sefâsına aldanarak, bu fırsatı kaçırıyorsun sen!..
Binâen aleyh, Abdulkàdir-i Geylânî onun içini okudu. Onun için, "Velilerin karşısına geçince gönüllerinizi muhafaza edin!" derler. Ki aynalar karşılıklı tutulduğu vakitte, birbirine akseder. Onun gönlü, onun gönlüne akseder, "Nerden bildi?" diyeceksin. Akis var canım.
RE. 230/7 (El-mü'mini mir'âtül-mü'min) [Mü'min mü'minin aynasıdır.] Ayna aynaya karşı gelince, tabii içerisindekiler apaçık görünüyor. "Nasıl biliyor?" diyeceksin. Nasıl bilmesin; ayna bu, açık ayna, temiz ayna.
Dedi ki:
"--Adam makamından düştü." dedi. "Veliydi adam. Veli olduğu halde, böyle hatırından geçirince, velayet makamından düştü."
Kapıcı demiş ki:
"--Gideyim, haber vereyim mi?.."
"--Ver!" demiş.
Yolda yakalamış, söylemiş. Bunun üzerine, adam boğazına bir ip taktırmış, "Allah'ın işine karışanın cezası budur!" diyerekten sürüklettirmiş kendini derler. Allah affetsin kusurlarımızı...
Onun için şirkten sakın, Allah'ın işine karışma! Kâinatta hiçbir şey yoktur ki, Allah'ın emri olmadan olmaz. Ay tutulur, güneş tutulur, yağmur yağar, fırtınalar olur... Hiç bunlara itiraz etme! Hepsinin sahibi var, onlar onun emri üzerinde olur.
d. Hırsızlıktan, Zinadan Sakının!
İkincisi: (Ve lâ tüsrik�) "Hırsızlık yapmayacağınıza dair söz verin!" Şirk koşmayacağınaz dair söz verin, bir de hırsızlık yapmayacağınıza dair söz verin!..
Hırsızlık ne kadar çok ama... Şimdi bugün bütün satıcılar terazisinden hırsızlık yapar, kimse farkına varmadan kantarından hırsızlık yapar, arşınından hırsızlık yapar, metresinden hırsızlık yapar... İşte şundan hırsızlık yapar, bundan hırsızlık yapar, yapar da yapar... Bunun farkına biz de varmayız. O da çok para kazanır, büyük konakların sahibi de olur. Ama bakalım ahirette iş nasıl olur?..
Binâen aleyh, (Ve lâ tüsrik�) "Sirkat etmeyeceğinize dair söz verin!" dedi.
"--Pekiyi, verdik." dediler.
Bir daha: (Ve lâ tezinû) "Ama zina da etmeyin!" dedi.
Müslüman olacak adama diyor ki:
--Şirk etmeyeceğine söz ver!
--Pekiyi...
--Hırsızlık da yapmayacağına söz ver!
--Pekiyi...
--Zina etmeyeceksin ama!..
O zamanda zina serbest... Ama İslâm'da yasak oldu tabii.
--Zina da etmeyeceksin, ona da söz ver!
--Ona da pekiyi...
Bugün zinanın da çeşitleri var. Bugün buna pekiyi demek, kolay bir şey değil yâni. Cenâb-ı Hak diyor ki:
(Ve lâ takrabuz-zinâ) "Zinaya yakın da olma!" diyor. Nasıl?.. Karşı karşıya geldin miydi, zinaya yakın olmaktır. Ateşle barut yaklaşınca yanar mı, yanmaz mı?.. Benzinle ateş yanyana gelince yanmadan durur mu?.. Durmaz. Binâen aleyh, kadınla erkek yanyana gelmesi tehlikedir. Cenâb-ı Hak diyor bunu: (Ve lâ takrabuz-zinâ) "Zinaya da yakın olma!.."
Sonra Cenâb-ı Peygamber Efendimiz'e:
"--Söyle ümmetine ey habibim, kullarıma söyle, erkekler gözlerini yumsunlar! Karşı karşıya geldikleri vakitte, birbirlerine bakmasınlar!" diyor.
Bakınca; Allah-u Teàlâ hilkat itibariyle, yaradılış itibariyle erkekle kadını birbirine alâkalı yaratmış. Erkeğin kadına karşı bir ihtiyacı var, kadının da erkeğe karşı bir ihtiyacı var. İkisi karşı karşıya gelince sinirler oynar, damarlar oynar, huylar oynar, bozulur da bozulur her şey... İşte o zaman, o gönül perdelenir.
"Ne olacak?" diyeceksin ama, işte o Abdülkàdir-i Geylânî'nin aynasının karşısına geçti. Siyahlana, siyahlana ayna göstermez olur. Ayna göstermez olunca bu gözler vasıtasıyla, bakmalar dolayısıyla, zehirler gönle iniyor.
--Bir şey yok, ne olacak? Bir şey yapmayız birbirimize. Biz iyiyiyiz, biz kardeş gibiyiz. Kurtla koyunun geçindiği bir devir...
Fakat gözler vasıtasıyla zehirler gönüle iner. O gönül perdesi kapanır. En büyük felâket odur. Ruhumuz olur hapis. Hani çok bilgileri vardı ya, hiçbirisinden istifade edemeyiz.
e. Evlatlarınızı Öldürmeyin!
Daha?.. (Ve lâ taktilû evlâdeküm) O zaman evlâtları da öldürüyorlardı o devirde. Kimisi açlıktan korkuyor öldürüyor. Kimisi de meselâ Kelb Kabilesi'nin reisi varmış. O kaynata olmaktan korkarmış. Yetmiş küsür de kızı varmış galiba, çok evlenmiş. Damat edinmeye, kayınpeder olmaya vicdanı razı olmuyormuş. Kızlar yetiştikçe, hemen gömü gömüverirmiş onları. Evlenmesinler de ben de kaynata olmayayım diyerekten. Cahiliyet devri.
Cenâb-ı Peygamber bunlardan da söz ediyor: (Ve lâ taktilû evlâdeküm) "Haa, bundan sonra evlâtlarınızı öldürmeyeceğinize söz verin bakayım!" diyor.
--Öldürmeyeceğiz elbette...
O zaman evlâtlarını öldürenler; o evlâtlar Allahu âlem cennete giderler. Masumlar, günahları yok, haksız yere öldürüldüler. Ama bugün de evlâtların ölümü var. Nasıl ölüm?.. Ruhen ölüm... Ruhen ölüm ceseden ölümden beterdir. Çünkü insanın insanlığı cisminde değil, ruhu iledir. Ruhu olmadıktan sonra hayvan mertebesinde. Ancak o insanlık ruhuyla insan olur. O ruh gitti miydi, hayvandan farkı olmaz. Yemek, içmek, o da her hayvanın vazifesi...
Daha?.. (Ve lâ te'tû bibühtânin tefterûnehû beyne eydîküm ve ercüleküm) "Ne önünüzden, ne arkanızdan, sakın ha iftira etmeyeceğinize dair de söz verin!" İftira da yok...
Halbuki meselâ, bir insan bir kabahat yapmış olabilir. O yapmış olduğu kabahati bizim açıklamamız, ayrı bir günah. İnsanlık vazifesi, o kabahat yapanın kabahatini örtmek... Kardeşinin ayıbını meydana çıkarmak kadar büyük bir hata yok. Halbuki kardeşin ayıp da yapmamış ama, sen uyduruveriyorsun bunu yaptı diyerekten; bu da iftira oluyor. Yalan değil, yalanın günahı da ayrı. Yapılan şeyi söylemenin günahı ayrı; bir de uydurup söylemenin günahı gene ayrı. Üç günah bir araya geliyor.
Binâen aleyh bunu yapmayacağınıza dair, ona da söz verin! Bir kere şirk etmeyeceksiniz, ikincisi sirkat yapmayacaksınız, üçüncüsü zina yapmayacaksınız, dördüncüsü evlâtlarınızı öldürmeyeceksiniz...
E onları cahil bırakırsak, en büyük felâket cehalettedir. Cehalet nedir?.. Profesör olsa, dünyada aylara, yıldızlara da çıksa, Allah'ı tanımayan herkes cahildir. İslâm dinini tanımayan herkes cahildir. Allah'ı gâvur tanımaz, kat'iyyen tanıyamaz. Allah'ı tanıtan İslâm dininin akaididir. İslâm dini ne dediyse, Allah ancak öyledir. Başka türlü değil...
Binâen aleyh evlâtlarınızı öldürmeyin, onları cahil bırakmayın! Ne olursa olsun, dinini öğrensin. Bugünkü insanların bütün hataları kusurları, yaptıkları çirkinlikler, hep dinlerini bilmediğinden nâşi [dolayı]. Bunun kabahati kimde?.. Anada, babada.
--Sen evlâdına niçin öğretmiyorsun dinini?
--Bana babam öğretmedi.
--Sana baban öğretmediyse, sen evlâdına öğretmekle mükellefsin.
f. Peygamber'e İtaat Edin!
(Ve lâ ta's�nî fî ma'rûf) "Benim emrettiklerimin hiçbirisine isyan etmeyeceksiniz. Ne dediysem onu tutacaksınız! Ben, Allah'ın dediğinden başkasını demem. Benim dediklerim Allah-u Teàlâ'nın emirleridir. Kendimden söylediklerim de, sünnetlerimdir. Gerek benim kendi sünnetlerim olsun, gerek Allah-u Teàlâ'nın emirleri olsun, bunlara karşı da isyan etmeyeceğinize söz verin!"
"--Pekiyi oldu."
Bunun içerisinde iki tane var: Yasaklar ve emr-i ilâhîler... Çeşitli günahlar var. Şimdi ben altıyüz tanesini yazdım, daha dörtyüz tane kadar da var. Bin taneye yakın günah var yâni. Bunlar büyük-küçük-kerahat olmak üzere. Bunlardan kaçmak, sakınmak hepimizin vazifesi... Öyleyse bunları ki emrediyorum, yap ve yapma! Emir iki türlüdür: Emr-i ma'ruf, nehyi anil-münker. Bunların ikisi de emirdir. "Namazı kılın, zinayı yapmayın." İşte iki tane emir. Birisi kılmakla emir, birisi günah işlememekle emir...
Namaz, Allah-u Teàlâ'nın emri içinde. Bir insan namaz kılmazsa ne olur? Namaz kılmazsa fâsık olur; bir. Fâsık demek tââti ilâhiyeden huruc eden insanın adı.
İkincisi, İslâm ile küfrün arasında bir perde var, İslâm ile küfrün arasındaki perde... Nedir o? Namazdır. O perdeyi kaldırdın mı?.. Bir tembellikten dolayı kılmamak var, bir de inanmayarak kılmıyor. İnanmayarak kılmıyorsa, o mürted olur. Gâvur demiyorsun, mürted olur. Mürtedin kestiği de yenmez. Kasapsa kestikleri yenmez. İnanmayarak kılmazsa, kestiği de yenmez. Allah muhafaza etsin...
Binâen aleyh, "Benim emirlerime itaat edeceğinize dair, isyan etmeyeceğinize dair de söz verin bakalım."
"--Pekiyi söz."
(Femen vefâ minküm) "Kim verdiği bu sözü ifa eder, tutarsa; (feecruhû alellàh) onun ecri Allah'a aittir." Namaz kıldığın vakitte bu kadar ecir, oruç tuttuğun vakitte bu kadar ecir, haccettiğin vakitte bu kadar ecir verir, verir de verir...
En büyük ecir sabırlılara... Herkesin ecri ölçüyle, sabırlının ecri ölçüsüz.
(İnnemâ yüveffes-sâbirûne ecrahüm bigayri hisâb) Namazın bire on, orucunki şöyle, bununki böyle... Fakat sabrın ecri ölçüsüz... Çünkü sabır baş gibidir. Sabır olmazsa hiçbir şey olmaz. Oruç tutacaksın, sabır lâzım! Namaz kılacaksın, sabır lâzım! Günah işlemeyeceksin, sabır lâzım! Hayırları yapacaksın, gene sabır lâzım!.. Bu sabır olmadıkça hiçbir şey yapamazsın.
(Ve men esàbe min zâlike şey'en) "Bazen kusurlar yaptı, hatalar yaptı, beşeriyet iktizası. (Feühize bihî fid-dünyâ) Yakalandı, cezası verildi. (Fehüve lehû keffâretün) Dünyada cezasını çekmiş olur, ahirete kalmaz onun cezası... Dünyada cezasını görmüşse, ahirette yoktur. (Ve tuhurun) Onun için temizliktir.
(Ve men seterehullàh) Allah-u Teàlâ onu setretmişse; (fezâlike ilallàh) ondan sonra gerisi Allah'a aittir. (İn şâe azzebehû ve in şâe gufira lehû) İsterse affeder, isterse azap eder."
Râvileri Ahmed İbn-i Hanbel, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Dâvûd an Ubâde.
Şimdi bir salavât-ı şerîfe okuyalım:
Allâhümme sallî alâ, seyyidinâââ... muhammedinin nebiyyil-ümmiyyi ve alâ... âlihî ve sahbihî ve sellim... (Üç defa)
[O Akif'in] sözünden bir tane size söyleyeyim gene. Yâni çok mühim, çok mühim bir söz bu... Şimdi hepimizin gâyesi okuyalım, büyük adam olalım. Çok tahsil ediyoruz. Çok da ilmi var yâni. Bunları bilmeye çalışıyoruz. Gecemizi gündüzümüze katıyoruz. Okuyoruz, okuyoruz... Neyse sonra bir büyük adam oluyoruz. Bir makama oturuyoruz. Ne olursak olalım.
Ama bunların hangi insanlığa ait. Bununla insan, yâni bu okumakla ve bu tahsil ile insan oluyor mu insan, olmuyor mu? Yâni okuyoruz, en nihayet yüksek bir adam oluyoruz. Ama insan oluyor muyuz, adam oluyor muyuz, yoksa olmuyor muyuz?..
.........
...................
Allah cümlemizi affetsin... Tevfîkàt-ı samedâniyyesine mazhar eylesin... Sevdiği ve razı olduğu kulları arasına cümlemizi kabul eylesin...
El-Fâtihah!..
03. 08. 1975 - İskenderpaşa