Abdüllatif wrote:Duru wrote:
Haram olduğunu söyleyen alimlerimiz
Duru wrote:
Haram olmadığını söyleyen alimlerimizin
Duru wrote:işte bu konu kafamı karıştırdı..neden tek bir hüküm yok bu konuda!..
...... İlahiyatçı arkadaşlarımız yada Asım Abimiz daha ayrıntılı bilgi verebilir.
s.a.
İşin ehli “ilahiyatçı kardeşlerimiz/arkadaşlarımız”dan bilgi gelmeyince, iş “Abdurrahman Çelebi”ye düştü.
Kıymetli kardeşlerim,
“Cibril hadisi” olarak adlandırılan ve sahih hadis kitaplarında yer alan hadis-i şerifte iman ve İslâm’ın tarifi yapılmıştır. Bunlar tüm Müslümanlarca imanın/islamın şartları diye sayılan şeylerdir.
Mezhepler ise muhakkik alimlerin (müçtehidlerin) kitap ve sünnetten yola çıkarak, onları esas alarak ulaştıkları neticelerdir/düşüncelerdir/yorumlardır. Dolayısı ile müçtehidlerin içtihadı başlıbaşına İslâm değildir.
Yani Din, Yüce Allah’ın vahiy aracılığı ile bildirdiği ilahi kurallardır. Mezhepler (biz buna Din anlayışı diyelim) ise dinin, insanlar tarafından bulundukları mekana ve şartlara göre algılamaları ve yorumlamalarıdır. Bu sebeple din ile din anlayışı (mezheb) birebir aynı şey değildir. Din Kur’an ve Sünnet’e dayanmakta, din anlayışı ile bunlardan hareketle düşünerek bir sonuç çıkarmaktır. Dolayısı ile İslam tek iken mezhepler (dinin anlaşılması) farklı olmaktadır. Din değişmez, mutlak hakikatı ifade ederken, mezhebi düşünceler/içtihadlar zamana ve mekana göre değişikliğe uğrayabilir. Ancak yanlış anlaşılmasını önlemek için tekrar etmekte fayda var, mezhep/içtihad hiçbir zaman dinin özüne ters düşmez/düşmemelidir.
Sevgili peygamber efendimiz başka bir beldeye yönetici olarak gönderdiği sahabeye (zannedersem Muaz r.a.’a) bir mesele ile karşılaştığında ne ile hükmedeceğini sorduğunda: “Allah’ın kitabı, rasulünün sünneti” cevabı karşısında, “ya onlarda bulamazsan” diye sormuş ve “Kendi görüşümle” cevabını aldığında hem o sahabiyi bundan men etmemiş ve hem memnuniyetini ifade etmişlerdi. Hatta tüm çabasını sarfederek içtihad edenin hata etmişse dahi bir ecir kazanacağını, isabet etmiş ise iki ecir kazanacağını buyurmuşlardı.
Bu, düşüncenin önüne set çekilmemesi demekti. Ancak mihenk taşı her zaman “Allah’ın kitabı ve rasulünün sünneti” olacaktı.
Mesela abdestte başı meshetmek konusunda bütün mezhep imamları farz olduğunda birleşmişler bunun uygulaması konusunda ise anlayışlarına göre tamamının/bir kısmının/dörtte birinin/birkaç saç telinin konusunda görüş bildirmişler/içtihad etmişlerdir.
Kadına dokunmanın abdesti bozduğuna dair bütün mezhep imamları aynı kanaattedirler ancak bunun uygulaması konusunda: fahiş mübaşeret halinde/lezzet ve şehvet duyulması halinde/tenlerin birbirine temas etmesi halinde/şehvetsiz dahi olsa herhangi bir şekilde herhangi bir yerine teması halinde bozacağı konusunda görüş bildirmiş/içtihad etmişlerdir.
Kendi nefislerini ve diğer Müslümanları hayra eriştirme, Allah’ın rızasına uygun bir amele düşünceye/amele sevketme gayreti ile elde ettikleri düşüncelerinin sorgulanabilir olduğunu da bizzat kendileri :
-“Bu Numan bin Sabit’in reyidir. Çıkarabildiğimiz reylerin en güzel ibudur. Kim bundan daha güzelini ileri sürürse, doğruya daha yakın olan odur.” (İmam-ı Azam Ebu Hanife r.a.)
-“Ben bir insanım. Bazen hata, bazen de isabet ederim. Rey ve içtihadımı inceleyin. Kitap veya sünnete uygun bulursanız, kabul ediniz, bulamazsanız reddediniz.” (İmam Malik r.a.)
-“Bir söz söylediğimiz vakit onu Allah’n kitabı ve Rasulullah’ın sünnetine arzediniz. Eğer onlara uyuyorsa kabul ediniz, uymuyorsa reddediniz ve sözümüzü duvara çakınız”” (İmam Şafi r.a.)
demişlerdir.
Böylece “İslami Düşünce”’nin statikleşmesinin önünü kesmemişler; İslam her devirde dinamik kalmış ve çağın ihtiyaçlarına cevap vermiştir. Henüz hayatta iken önceki görüşlerine aykırı yeni görüşler kendileri ve/veya talebeleri tarafından verilebilmiştir. Hemen her devirde şartları taşıyabilen alimler geçmiş devirlerden gelen fetvaları sonraki devirlerde ortaya çıkmış yeni bilgiler ve verilen fetvaların illiyetini/ilişkisel bağını inceleyerek önceki görüşlere aykırı görüşler de belirtmişlerdir.
O halde bizde içtihad edebilirmiyiz. Kur’an mealini okuyarak, hadis kitaplarından hadis okuyarak hüküm verilmesinin doğru bir davranış olmadığını unutmamalıyız. Hüküm vermek belli bir ilmi birikimin yanı sıra daha birçok meziyetler de ister. Hatta iki farklı içtihad/fetva arasında tercih yapmak bile bir birikime ihtiyaç gösterir. Bu sebeple belli bir birikime sahip olamayanlar içtihada da ehliyetli olmadıklarından bir mezhebe/mezhebin görüşüne bağlanmışlardır. Aynı mezheb alimlerinin aynı görüşteki farklı fetvalarını kalblerine (nefislerine değil) havale ettiklerinde hangisine ısınmışlarsa ona uyabilirler. Ancak farklı mezheblerin aynı konudaki farklı fetvalarına uymaları ancak zaruret anında ve zaruret miktarınca olmaktadır. Çünkü mezheblerin düşünceleri/içtihadları/fetvaları belli bir usule/metoda göre oluşmaktadır.
Bir alimin benzetmesi ile; binalarımızı mühendislere, sağlık sorunlarımızın teşhis ve tedavisini hekimlere bırakmaz isek sonumuz ne olur.
Aslında meseleyi dağıtmadan anlatmayı beceremem diye bekledim, ancak başka (ehil) kardeşlerden ses/yazı çıkmayınca yazmak durumunda kaldım.
Haklarınızı helal ediniz. Yanlış yazmış olduğumu düşündüğünüz şeyler için lütfen uyarınız. Tekrar mütelaa edelim, inşaallah.
Yüce Allah (c.c.) rızasına uygun bir hayat yaşamayı ve nimetlere ermeyi cümlemize nasib ve müyesser eylesin. (âmin)