O bakışı sana şehrin vâizi anlatamaz!

Post Reply
mstf
Posts: 185
Joined: 30 Nov 2007, 16:43
Kan Grubu: A (+)

O bakışı sana şehrin vâizi anlatamaz!

Post by mstf »

Cennet nimetleri, sadece maddî haz veren nesne ve olgulardan mı ibaret? Çeşit çeşit yiyeceklerden, meyvelerden, çeşit çeşit hûrilerden?...

Hurmalar ve huriler... yani bitmek bilmez bir iştahı, sona ermeyecek bir şehveti tatmin edecek sonsuz sayıda oyuncak!..

Bahçeler arasında, nehirler kenarında, birer mücevher kutusu gibi inşa edilmiş köşklerde sürekli yiyen, içen ve çiftleşen insanlar!.. Sonsuza değin... durmadan...

Hep oyun, hep eğlence...

Acep sonsuzluğun içinde yaşarken canlar sıkılmasın diye mi?

Kim bunlar?

Mü'minler! Hem de daha dünyadayken şehvetlerinin ve iştahlarının taleplerine yüz vermemiş müminler!

Mülkiyet ve cinsiyet sözkonusu oldukta, şeytanlarını bile alt etmeyi başarmış inanç adamları!

Dünyadayken, maddî hazları ellerinin tersiyle iten edeb ve ahlâk âbideleri!

Bu insanlar, onca sıkıntıyı, öte-dünyada bu nimetleri fazlasıyla elde etmek için çekmiş olabilirler mi?

Hz. Eyyub meselâ? Beden mülkündeki dertlerin ve çilelerin o cefakâr sultanı!

Ne dersiniz ey dostlar, bu hakikat elçisi, tebessümle katlandığı onca derdin, onca sıkıntının, onca cefanın karşılığını, şehvet ve iştah hislerinin tatmininden ibaret olarak mı tasavvur ve tahayyül etmiştir?

Tahmin edebilir misiniz, o mübarek insanın beklentisi neydi acaba? Arzusu, hayali, serabı?..

Muhteşem konaklarda, köşklerde kendisine sunulacak hurmalar ve hûriler mi?...

Yani 'iştiha'nın ve 'şehvet'in tatmini!

Bu mudur?

* * *

Bu tür sorulara niçin olumlu cevaplar vermeyelim? Niçin, "İnsan daha ne isteyebilir ki rabbinden?" demeyelim?

Elbette insanların çoğu, ağır meşakkatlere ancak karşılığında elde edecekleri büyük ödüller için katlanırlar; tıpkı gün boyunca aç kalmış olan oruçlunun akşamleyin ulaşacağı mükellef bir iftar sofrasını hayal etmesi gibi.

Öyle ya, bu dünyada iştah ve şehvet duygularını tatmin edemeyenlerin öte-dünyada bu duygularını bol bol tatmin edecek olmalarında ne mahzur var?

Maddi çilelere maddi ödüller! Yani mükâfatlar da külfet ve meşakkatlerin cinsinden!

Böylelerinin marifeti, rabb'ul-âlemin'in (esma-i hüsnanın sahibinin) talimatı değil, sadece rabb-i hassının (bir tek ismin, bir tek sıfatın) telkinlerinden ibarettir. Kişi kendisinde tecelli eden bir tek ismi bilir ve o ismin sınırlarını genellikle aşamaz. Dünyası tek isimlik ise, cenneti de tek isimliktir!

İştiha'nın ve şehvet'in efendisini, zavallı kullar, âlemlerin efendisi sanırlar. Onlara iskeletlerini armağan eden Hak değil mi, onlar da Hakkı ister istemez sadece "iskeletlerin rabbi" olarak görürler; bedenin rabbi... şehvet ve iştihanın rabbi... kendi cennetlerinin rabbi...

Esma'yı ne bilsinler, bildikleri kişisel dünyalarını istila eden o tek 'isim'dir sadece.

* * *

Karşı mıyım bu zanlara? Tek ismin sınırlarına?

Hâşâ!.. Herkesin rabbi kendi zannıncadır, kendi makamınca, kendisini istilâ eden isim kadarınca.

İyi ama, hani nerede gönüllerin rabbi?

Dünyada armağan ettiği iskeletlerin rızkını veren Rahman, o iskeletlere öte-dünyada da rızkını verir!

Peki ama, hani gönüllerin rızkı nerede?

İşte fakirin itirazı tam da bu noktada. Mükâfatın, çilenin cinsinden olması gerektiğini kim söylüyor?

Bir düşünelim bakalım, gerçekten de oruçlunun ödülü, günün sonunda başına oturacağı mükellef bir sofra mıdır? Açlığının karşılığı, en nihayet midesinin dolması mıdır?

Şöyle de düşünebiliriz: Daha fazlasını elde etmek amacıyla kişinin kendisini bir süreliğine bazı nimetlerden mahrum etmesinde ne tür bir erdem vardır?

Cezalarda nasıl "kısasa kısas!" yasası geçerliyse, acep mükâfatlarda da benzer bir yasa mı geçerli?

Gerçi böyle düşünmekte de bir beis yok! İşaret ettiğimiz gibi, insanların çoğu nezdinde mükâfatın türü kendi makamlarıncadır. Herkes mahrum olduğunu ister. İnsanoğlu, çokluk, mahrum olduğunun hayalini kurar!

İyi ama, siz hiç, sırf annesi üzülmesin diye dersini çalışan bir çocuk görmediniz mi?

Ya da babasının veya dedesinin hoşnutluğunu kazanmak için yaramazlıktan vazgeçen bir evlat, bir torun?

Sevgilinin bir bakışı için sabaha kadar pencere önünde donan bir âşık?

Ey dostlar, söyler misiniz, siz ne zamandan beri, Hakkın rızasını kazanmayı dünyanın hiçbir nimetine, hiçbir hazzına, hiçbir zevkine değişmeyecek dîvanelerin hikâyelerini dinlemekten kendinizi mahrum ediyorsunuz?

Sırf sevgilinin yüzünü görmek için, sırf onun hoşnutluğunu kazanmak için, iştah ve şehvet fırsatlarını tekmeleyen hak dostlarının hikâyelerini hakikaten bu kadar çabuk mu unuttunuz?

* * *

Avam, karnesinde göreceği not için çalışır. O karne sayesinde gireceği iş için... O iş vesilesiyle elde edeceği aş için... O aş sayesinde ulaşacağı maddî hazlar için...

Peki sonrası?

Avamın sonrası yoktur! Makamınca arar, makamınca bulur.

Sözümüz, malum zevklerin üzerinde, daha bilinmedik, duyulmadık nice zevklerin de olduğunu idrak edenlere/edeceklere...

Herkes elindekinden razıdır. Bu dünyada da, öte dünyada da.

Peki ben ne diyorum ey talib?

Şunu: Elini değil, gönlünü geniş tut! Aklını değil, muhayyileni! Eğer dilersen, görülemeyeni görebilir, erilemeyene erebilirsin.

Yârin bir anlık bakışına nâil olmak için, ömrünü, değil cennetin, cehennemin kapısında dahî tüketebilirsin.

Sorma boşuna, o bakışı sana şehrin vâizi anlatamaz! Sen o bakışı, o bakış için çıldırandan dinlemelisin! Yani, önce kendisine secde edebileceğin bir âşık bulmalısın!

Cennetin nimetleri için değil, cennetin sahibi için çıldıran bir âşık!.
[align=right]
Dücane Cündioğlu
[/align]

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=189 ... eCundioglu

AŞKIN ALDIN BENDEN BENİ


Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü, bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni

Aşkın aşıklar öldürür,Aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur,bana seni gerek seni
Aşkın şarabından içem,Mecnun olup yola düşem
Sensin dün ü gün endişem, Bana seni gerek seni

Sufilere sohbet gerek, Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek, bana seni gerek seni
Eğer beni öldüreler, külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağırır, bana seni gerek seni

Cennet dedikleri ne ki, bir kaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları, bana seni gerek seni
Yunus-durur benim adım, gün geçtikce artar ödüm
İki cihanda maksudum, bana seni gerek seni
Ehl-i irfan arasında aradım kıldım talep
Her hüner makbul imiş illa edeb illa edeb
User avatar
Halil Necati
Posts: 618
Joined: 02 Nov 2007, 19:54

Re: O bakışı sana şehrin vâizi anlatamaz!

Post by Halil Necati »

Hoş bir yazı değil, ben hiçbir şey anlamadım bu yazıdan..
mstf wrote:Cennet nimetleri, sadece maddî haz veren nesne ve olgulardan mı ibaret? Çeşit çeşit yiyeceklerden, meyvelerden, çeşit çeşit hûrilerden?...

Hurmalar ve huriler... yani bitmek bilmez bir iştahı, sona ermeyecek bir şehveti tatmin edecek sonsuz sayıda oyuncak!..

Bahçeler arasında, nehirler kenarında, birer mücevher kutusu gibi inşa edilmiş köşklerde sürekli yiyen, içen ve çiftleşen insanlar!.. Sonsuza değin... durmadan...

Hep oyun, hep eğlence...

Acep sonsuzluğun içinde yaşarken canlar sıkılmasın diye mi?
Kur'an-ı Kerim'de anlatılan bu, Allah-u Teala hazretleri buyuruyor..
mstf wrote:Bahçeler arasında, nehirler kenarında, birer mücevher kutusu gibi inşa edilmiş köşklerde sürekli yiyen, içen ve çiftleşen insanlar!.. Sonsuza değin... durmadan...
Çok farklı bir tarz, niçin böyle bir uslup kullanılmış birşey diyemiyorum.
Ayrıca yemek yemekte, evlenmekte dünyada da helal, kısıtlama yok ki..
mstf wrote:Muhteşem konaklarda, köşklerde kendisine sunulacak hurmalar ve hûriler mi?...

Yani 'iştiha'nın ve 'şehvet'in tatmini!

Bu mudur?
Çok tehlikeli ifadeler..
mstf wrote:Cennet dedikleri ne ki, bir kaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları, bana seni gerek seni
Hocalarımız rh a'lerden dinlediğimiz yunus ks söylemiş bu şiiri fakat böyle söz söylemek pek hoş değil..

Bu yazıyı okudum ama sonuç?
User avatar
mehmetemin
Posts: 677
Joined: 02 Nov 2007, 16:45
Kan Grubu: 0 (+)

Re: O bakışı sana şehrin vâizi anlatamaz!

Post by mehmetemin »

yunus emrenin veciz sözlerinin yanında dengesiz ve sakıncalı.

sanki cennete gitmemiz garantide cennetteki nimet üstüne yorum yapmak haddimize.

bu anlayışa göre allah aşkı ise hedef , mekanın ne önemi var,cehennmedede olsan farketmez o zaman.böyle mantık olabilirmi tabiki en büyük cennet nimeti cemalini görmektir. cemallullahı görmeyi herkes arzuluyor ama bu cennet nimetlerinden vazgeçmeyi gerektirir.diye ne kuran -ı kerimde ne hadislerde böyle bir ifade değil ima dahi yoktur.

rüyetullah veya cemalullah konusundan çok cennet dendiğinde yemek,içmek anlatılıyor gibisinden bir eleştiri yapmak istemiş ama bence çok farklı yerlere götürmüş,toparlayamamış.
Post Reply

Return to “Köşe Yazıları”