Manevi seyahat

Başta hocaefendilerimiz olmak üzere büyük zatların tasavvuf tanımları, tasavvufun inceliğine dair yazılar, vs...
Post Reply
mnctosman

Manevi seyahat

Post by mnctosman »

Kıymetli Kardeşlerim! Allâme Taftazanî diye büyük bir âlim var. Öyle ki, âlimlik taslayan hocalara “Sanki Allâme Taftazanî oldun.” derler. Bir vakit, Sami Efendimiz onun hakkında bir menkıbe nakletmişti. Taftazanî bir gün talebesiyle dertleşiyormuş: “Evladım, diyor, okumadığım ilim kalmadı amma şu ahlâk-ı zemîmemden bir türlü vazgeçemiyorum. Kurtulamıyorum. Ne yapayım diye düşünüp duruyorum. Sonunda bir mürşid ihtiyacı hissettim…” Talebesi de karşılık verir, der ki: “Haklısınız hocam, ben de okuduğum kitaplarda, manevî makamlar şahsî çabayla bulunmaz, diye yazar gördüm. Bir mürşid-i kâmilden varmak lazım, diyorlardı.”

Sonra ikisi de bir mürşid bulmaya karar veriyorlar. Yolda bir çobana rastlıyorlar, ona yol soruyorlar. Çoban da onlara “Size kendimden başka mürşid göremiyorum” diyor. O anda etrafa mis gibi bir koku yayılıyor. Talebe hemen samimiyetle intisap ediyor. Çoban, tarifeyi veriyor. Fakat Allame Taftazanî, bir kuldan feyz alma ve ona tevessül etme hususunda tereddütte kalıyor. Talebesi hiç tereddüt etmiyor. İhlâslı talebe daha sonra mürşidinin yerine kutb-ı cihan oluyor. Dilinden ilm-i ledünnî pınarları kaynıyor, hocası ise hiçbir şey alamıyor.

Üstadımızın, mürşidi Esad Erbilî’yi bulması da çok ibretlik bir hâdisedir. Sami Ramazanoğlu üstadımız, Galata köprüsünden geçerken, Esad Erbilî tam o sırada tramvaydan iniyorlar. Bir taksiye binmek üzere yürürlerken Üstadımızın hizasına gelince “Esselamu aleykum Sami evladımız!” diyorlar. Bu hadiseyi Sami Sultanımız “Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ben de Efendimin arkasına düştüm ve bir daha da hiç bırakmadım.” diye anlatırdı.

Daha önce Gümüşhanevi Tekkesi’nde kalıyor üstadımız. Orda üç defa 40 gün riyazete girmiş. Günde sadece 23 üzüm tanesi yermiş. Bu hâdiseyi anlatırken “İhvanımın riyazetini ben yaptım, onlara zorluk çektirmedim.” derdi. Esad Erbilî de riyazet yapmış. “İhvanım riyazet yapmasın, ben onların riyazetini yaptım. Belki tahammül edemezler” dermiş o da... Üstadımızda hem Nakşiliğin hem de Kadiriliğin sırları vardı.

Bir trene bindiğinizi düşünün. Nereye gitmek istiyorsanız oraya giden trene binersiniz. Siz rahat koltuğunuzda otururken biri treni idare eder. Sizi istediğiniz yere vardırır. Uyursunuz, uyanırsınız, nasıl gittiğinizden haberiniz bile olmaz. Manevî trenin de istasyonları vardır. Emmâre istasyonu, Levvâme, Mülhime Mutmainne istasyonu. Onları geçince Razıyye, Merziyye. En son durak da Safiye. Tren, istasyonları geçtikçe sen de içinde ilerlersin. Demir yolu da, tren de, makinist de ne yapacağını, ne diyeceğini iyi bilir. Demir yolu “Yâ Fettâh, yolumu aç yâ Rabbi!” diye zikreder. Yerde ve gökte her ne varsa hepsi Allâh’ı zikreder. Allâh’ı zikretmeyen tek bir mahlûk yoktur.

Zikrin bahsi geçince hatırıma gelen bir olayı da nakledeyim sizlere. Bir gün bahçeye girdim, kuşların sesini dinlemeye. “Bak Ayşe, dedim, ne güzel zikrediyorlar.” Bizim Ali Ramazan’ın keşfi açık. Başladı tek tek hepsinin zikrinden haber vermeye: “Hacı Baba şu ‘cud cud’ diyor ya, cûd ü sehâ sahibi olayım diyor”. Şu “gak gak” diyen ne diyor, diyorum: “Gak gak” değil Hacı Baba “Hak Hak” diyor… O çocuk bana gösteriyor. Ben icabında bir çocuğu dahi kendime mürşid tayin ederim. O biliyor, ben bilmiyorum. Sormasam bu dünyadan mahrum gideceğim.

Velhasıl, Allâme Taftazânî olsak bile, bir mürşide varmayınca, onun her söylediğini hak kelâm bilip hulûs-ı kalb ile teslim olmayınca manevî seyahatimizde bir adım bile atamayız. Bu yolda itiraza düşüp edebi terk eden büyük kayıplara uğrar.

Allâh mürşid-i kâmillerimizin himmetinden muhabbetimiz ve rabıtamızın kuvvetiyle istifademizi tam eylesin. (Âmin)

Hamd olsun âlemlerin Rabbi olan Allâh’a.

Kalemdar
Post Reply

Return to “Tasavvuf Yolu Nedir?”