Bir Hırka içeru Hırka:Ekberiyye

Başta hocaefendilerimiz olmak üzere büyük zatların tasavvuf tanımları, tasavvufun inceliğine dair yazılar, vs...
Post Reply
sâhipkıran-ı devrân
Posts: 2
Joined: 05 Jun 2008, 15:11
Kan Grubu: AB (+)

Bir Hırka içeru Hırka:Ekberiyye

Post by sâhipkıran-ı devrân »

S.a Azîz ihvanî,üniversite ödevimi sizinle paylaşmak istedim.Bu nâkıs çalışma,dergahımızın da giyinmiş olduğu Ekberiyye Hırkası hakkında hiç değilse genel olarak bilgi verecektir.Allah'tan niyâzımız fâideli olması ve Büyük Şeyh Gümüşhânevî sultanın Mecmuâtü'l-ahzâb'ının bir cildini kendisinin Evrâd-i Şeriflerine ayırdığı Mevlânâ Şeyh Muhyiddin-i Arabî (k.s) hazretlerinin feyzinden bizleri nasibdâr etmesidir.S.a


EKBERİYYE PROBLEMİ VE OSMANLI DEVLETİNDE EKBERÎ NÜFÛZ

Ekberiyye Problemi

İsminin İbnü’l-Arabî’nin Şeyh-i Ekber lakâbından mülhem olduğu ve onun beyân ettiği hakikatlere dayanan Ekberiyye, müesses bir tarikat olup olmadığı âlimler arasında ihtilaflı olan bir mâneviyat mektebidir. Bazı alimlere göre o kurumlaşmış bir tarikattir. Nitekim son dönem Osmanlı meşayihinden Ahmed Ziyâüddin-i Gümüşhanevî ‘’Şeyhül-Ekber Muhyiddin İbnü’l-Arabi müstakil bir tarikatın sâhibidir. Bu bütün tarikatlerce kabul edilmiş bir hakikattir. Her ne kadar tarikati meşhur olmamış ise de birçok tarikat büyükleri onu müstakil kabul etmişler ve müridlerine inâbe olarak vermişlerdir.’’ demektedir.
‘’Bazılarına göre Ekberiyye adıyla müstakil bir tarikat yoktur. Bu adla meşhur olan tarikat aslında Kâdiriyyenin bir şubesidir. İbnü’l-Arabî de bu tarikatin ikinci pîridir.Rivayete göre Abdülkadir-i Geylanî,’’Hırkamı vefatımdan sonra Mağripten zuhur edecek olan Muhyiddin’e giydirin’’diyerek müridlerine vasiyette bulunmuş ve bu hırka Şeyh Cemaleddin Yunus bin Yahya el-Haşimî vasıtasıyla İbnü’l-Arabî’ye giydirilmiştir.
Diğer görüş,Ekberiyye adı verilen tarikatın Abdülganî en-Nablusî (ö.1143/1731) tarafından kurulduğu şeklindedir. Birçok tarikatten icâzet alan ve aynı zamanda İbnü’l-Arabî’nin fikirlerine bağlı bir sûfî olan Abdülganî en-Nablusî , tarikatının esaslarını anlattığı bir mektubunda bunlardan birincisinin ‘’esma yolu’’,ikincisinin de ‘’ilim yolu’’ olduğunu ve bu ikinci esasta üstadının İbnü’l-Arabî olduğunu söyler. Nablusî, tarikatını Kâdiriyyenin bir şubesi olarak görür. Kaynaklarda Ekberiyye-i Ganiyye-i Kâdiriye diye geçen bu tarikat zamanla Ekberiyye şeklinde anılmaya başlanmış ve bu şekilde meşhur olmuştur. ’’
Anlaşılacağı üzere bu fikirlere göre Ekberiyye kurumsallaşmış bir tarikattir ve bir Şeyhin kuruculuğuyla sahihiyet kazanmıştır. Ancak başka bir fikre göre Ekberiyye diğer tarikatler gibi bir tarikat değildir. O tarikatlerin fevkinde bir feyz ve rüşd menbâıdır. İbnü’l-Arabî’nin salık verdiği hakikatlere meyledenler, vahdetü’l-vücud, hazarât-ı hamse, ayân-ı sâbite, feyz-i akdes, feyz-i mukaddes, tecdîd-i halk gibi mefhumları kabul edenler Ekberî olarak tavsîf edilirler. Aynı zamanda ‘’Ekberî silsileye intisap, genellikle sessiz sedasız gerçekleştiği ve her halükarda, müntesibin geleneksel müesses tarikatlardan herhangi birine olan çok daha açık mensubiyeti tarafından örtüldüğü için çoğu zaman teşhis edilmeksizin geçilmektedir.’’
Ekberî kimliğin sûfînin zahirî tasavvufî kimliğinden özge batınî bir kimliği oluşu onun tek tek tarikatler gibi bir alt kurum olmaktan ziyâde bu alt kurumlara camî,onlara hayat veren tabiri câizse bir rûh-i küllî olduğunu gösterir. Nitekim İsmail Hakkı Bursevi İbnü’l-Arabî için ‘’(… ) her ne kadar defter-i velayette kayd olan evliyâ var ise onun tahte’l-livâsındadır. ’’ demektedir.
Tasavvuf tarihî en son zikrettiğimiz türde Ekberîlerle doludur. Bu Ekberîleri bazan kendilerinin doğrudan belirtmeleriyle, bazan âsârları ile ve bazan isimlerinin sonuna eklenen el-Ekberî isminden tanıyabiliyoruz. Ahmed Ziyâüddin-i Gümüşhanevî efendinin mürşidi Abdullah bin Süleyman el Arvadî el Ekberî efendi buna misal teşkil eder. Bazı Meşâyih’in
Ekberî kimliklerini eserlerinde yazdıklarından çıkarabiliyoruz.Mesela Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî efendi Mesnevî-i Mânevîsinde

’’Şam’da Cebel-i Sâlihiyye’de gevherden bir kân vardır;biz o gevherimizden Şam deryâsının garkıyız.’’

beytini söylemektedir. Abdülvehhâb eş-Şa’ranî efendi İbnü’l-Arabî’nin sıkı bir tâkipçisidir ve İbnü’l-Arabî’nin tüm zamanların tasavvuf anlayışını değiştiren iki eserinden birisi olan Fütühât-ı Mekkiyye için ‘’Ey kardeşim şunu peşin olarak kaydedeyim ki; ben sûfiyye ve tasavvuf ehlinin kitaplarından pek çoğunu mütâlaa ettim(okudum). Bunlar içinde hakîkat yolcularının sözlerini kendisinde toplayan (Fütûhat-ı Mekkiyye) gibisini görmedim.’’ demektedir. Ki klasik sünnî anlayışa ters bir çok mefhumları teşmil eden Fütûhat-ı Mekkiyyeyi kimse Ekberî anahtar mefhumları kabul etmeden yani Ekberî mektebe dâhil olmadan bensersizlikle tavsif edemez. Belki Îmam-ı Rabbânî gibi,Fütûhât-ı Medeniyye karşısında keşfî hatalarla dolu bir eser olarak tavsif eder.
Ayrıca bazı evliyâları İbnü’l-Arabî’nin âlem-i mânada irşâd ettiğini kendi nakillerinden biliyoruz. Nitekim Celvetiyye tarikatının Meşâyihinden olan Bursalı Mehmed Muhyiddin Üftâde efendi, şeyhinin vefâtıyla yarım kalan seyr-i sülûkunu İbnü’l-Arabî’nin ruhâniyetinin tamamlattığını söyler. İsmâil hakkı Bursevî efendi de rüyâsında İbn’ül Arabîyi gördüğünü nakletmektedir; İbn’ül-Arabî onun ağzını öper ve o da İbnü’l-Arabî’nin ayağından öper. İbnü’l-Arabî’nin kendisini ağzından öpmesini İsmâil Hakkı Bursevî,kendisine rûh-i mânevî üflenmesi olarak, İbnü’l-Arabi’nin ayağını öpmesini ise ona karşı tevazuu ve onun yolunda sülûku olarak tâbir eder. Ancak unutulmamalıdır ki yukarıda sayılan zevâtın hepsi müstakil bir tarikat sahibidir,zahirî tarikat kimliklerinin yanında Batınî Ekberî hırkayı da giyinmişlerdir.
Velhâsılıkelam Ekberiyye adında Muhyiddin İbnü’l-Arabî efendinin kurduğu bir tarikatın olup olmadığını kesin olarak bilmiyoruz. Ancak nesilden nesile intikâl eden bir Ekberî hırkanın var olduğunu kesinlikle biliyoruz. Bütün İslâm coğrafyasında hala sereyân eden Ekberî irfân’ın yün hakîkatlerinden dokunmuş olan bu hırkayı müntesipleri,hırkalarının içinde ayrı bir hırka olarak giyinmektedirler. Ve bu Ekberîlerin bazı eserlerinde biz, İbnü’l-Arabî’yi ve beyan ettiklerini doğrudan görebiliyoruz ve bazı eserlerinde ise Endülüs gecesinin hatemî yıldızlarının parıltılarının câzibesine satır aralarında kapılıyoruz.

Osmanlı devletinde Ekberî nüfuz

Rivayet odur ki Osmanlı Devleti’nin manevi kurucusu Şeyh Edebali, Dımaşkta tahsil gördüğü sırada Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye intisap etmiştir. Aynı zamanda Orhan Gâzi zamanında İznikte ilk medreseyi kuran Dâvud Kayserî müderrisliğinin yanında fusûsu’l-hikem şarihlerinden meşhur bir Ekberîdir. Devlet’in ilk Şeyhülislamı Mollâ Fenâri efendi de bir Ekberî’dir. Fatih Sultan Mehmet’in Hocası Akşemsettin efendinin de Muhyiddin İbnü’l-Arabî’yi muterizlerine karşı müdafaa ettiği bir eserin sâhibi olduğunu biliyoruz. Aynı zamanda İbnü’l-Arabî’nin müellifi olmadığı ancak ona isnâd edilen Eş-Şeceretu’n-Nu’maniyye fi’d-Devleti’l-Osmaniyye adlı eserde Osmanlı iktidârından ve Şam’ın önceden alınacağı gibi kerâmetlerden bahsedilmekteydi. Hem de bu eserde Osmanlı Devlet, Hulefâ-i Râşidîn’in tahakkümündeki İslam Devletin’den sonra gelen en mübarek devlet olarak gösteriliyordu. Bütün bunlar İbnü’l-Arabî’nin ve Ekberî nüfuzunun Osmanlı iktidârında yüksek olmasına yol açmıştı ve Osmanlı sultanlarının hususî mazhariyetlerini celbetmişti. Bâhusus Şam Fâtih’i Yavuz Sultan Selim,mezkur kitabdaki ‘’Sin Şın’a dâhil olunca açığa çıkar kabri Muhyiddin’in’’kerâmetinde kendisine işâret edildiğini görünce ayrı bir gayrete gelmiş olmalı. Nitekim onun İbnü’l-Arabî’nin kabrini bulup bir Türbe ve Mescid yaptırdığını ve Şeyh Mekkî Efendi’ye ve Ahmed Neylî efendiye bir İbnü’l-Arabî müdafaası hazırlattığını biliyoruz. Şeyhülislam İbn Kemal efendi de İbnü’l-Arabi hakkında verdiği bir fetvasında O’nu savunmuş ve Padişahtan İbnü’l-Arabî muhaliflerini tedib etmesini istemiştir. Görüldüğü üzere kuruluş ve yükseliş zamanlarında Osmanlı Devletinde İbnü’l-Arabî’nin ve O’nun irfânının etkisi çok büyüktür. Bu devirden sonra da Osmanlı devletinde Ekberî etkiler sürmüştür. Öyle ki Devlet Mevlâna ve İbnü’l-Arabî’ye karşı olması sebebiyle Çivicizâde Mehmed Efendi’yi görevinden azletmiştir. ’’ Ancak 17.yy’dan sonra Ekberî etki yavaş yavaş azalmaya başlamıştır. Özellikle İmam-ı Rabbanî ekolünden olan Müceddidiyye’nin etkisinin yayılması Ekberî irfan’ın nüfuz kaybetmesinde etkili olmuştur. Ancak ne olursa olsun Osmanlının sonuna kadar Ekberî etki devam etmiştir. Son dönem Osmanlı entelijansiyasından İsmâil Fennî Ertuğrul ve Mehmed Ali Aynî gibi mütefekkirler İbnü’l-Arabîyi felsefi alanda savunmuşlar ve fikir âlemine O’nu ve Ekberiyyeyi tanıtmışlardır.Son dönem büyük Mutasavvıflarından ve fusûs şarihlerinden Ahmed Avnüyü’l-Mevlevî efendi de Devletin son Ekberî mümessillerinden sayılır.
Velhâsılıkelâm Osmanlı Devletinde müesses bir Ekberiyye tarikati yoktur.Ancak kuruluşundan hitâmına kadar Ekberî etki Devletin bütün manevî ve düşünsel hayatını etkilemiş ve tüm zerrâtında sereyân etmiştir. Vahdetü’l-vücûd olsun ya da olmasın bütün tarikatler şu ya da bu şekilde Ekberiyyeden etkilenmiştir.
Post Reply

Return to “Tasavvuf Yolu Nedir?”