İslâm'da Hoşgörü ve Hz. Peygamber'in Hoşgörü Anlayışı

Post Reply
peki
Posts: 41
Joined: 09 Dec 2007, 20:52

İslâm'da Hoşgörü ve Hz. Peygamber'in Hoşgörü Anlayışı

Post by peki »

İslâm'da Hoşgörü ve Hz. Peygamber'in Hoşgörü Anlayışı



Arapça "semaha" kökünden gelen müsamaha, affetmek ve bağışlamak anlamına gelir. Türkçemizdeki karşılığı hoşgörü olan bu kelime, batı dillerinde ise tolerans olarak kullanılır. Müsamaha bir terim olarak, olgun ve iyi niyet sahibi kimselerin çevresinde bulunan herkese ayırım yapmadan uyguladıkları anlayışlı ve yumuşak davranıştır. Bunun ancak üstün bir ahlaka sahip kimselere ait yüce bir fazilet olduğu bir gerçektir. Hoşgörülü davranışın aşırısı olduğu gibi, yokluğu da zararlı sonuçlar doğurmaktadır.

Peygamberlerin Allah (cc) katından getirdikleri ilahi mesajlar içerisinde ahlâkî prensipler önemli bir yer tutmaktadır. Bu ahlâkî ilkeler arasında da hoşgörünün ayrı bir yeri vardır. Hz. Peygamberin getirdiği dine "İslâm" isminin verilmesi, diğer anlamların yanı sıra bu dinin müsamaha ve hoşgörü dini olduğunu göstermektedir. Nitekim İslâm kelimesinin çeşitli anlamları arasında sulh, barış ve uzlaşma gibi anlamları da bulmak mümkündür.

Kur'ân-ı Kerim'deki konuyla ilgili âyetlerden bir kaçına göz atalım: "O takva sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever."1 "...İyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan korkun, çünkü Allah'ın cezası çetindir."2 "Müminler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz."3 "Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoşgörür ve bağışlarsanız, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir"4

Hoşgörülü olmanın şartları şunlardır:
1- Nefis muhasebesi yapmak: "Kendinizi beğenip temize çıkarmayın." 5

2- İnsanların kusurlarını örtmek: Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle buyurur:"Kim bu dünyada bir kulun ayıbını örterse Allah da onun ayıbını kıyamette örter." 6

3- Öfkeyi yenmek: "O takva sahipleridir ki, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah güzel davranışta bulunanları affeder." 7 "Güçlü, kimse güreşte rakibini yenen değildir. Asıl güçlü öfke anında kendine sahip olandır." 8

4- Affedici olmak: "(Ey Nebi!) Af yolunu tut, iyiliği emret, cahillere aldırış etme."9

5- Beddua edici olmamak: Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: "Ben lanet edici olarak gönderilmedim. Rahmet olarak gönderildim."10

6- Sû-i zan etmemek: "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır."11

7- Kibir ve gururdan sakınmak: "İnsanlara yanağını bükme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah kendini beğenip övünen kimseyi sevmez."12 Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurur: "Müslüman kardeşini hor görmesi kişiye kötülük olarak yeter." 13

8- İnsanlarla alay etmemek: "Ey iman edenler! Sizden bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki kendilerinden daha iyidirler."14

9- Sabırlı olmak: Kur'ân-ı Kerim'de yetmişten fazla âyette sabırdan bahsedilir. "Sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."15 Hz. Peygamber de: "Hiç kimseye sabırdan daha geniş ve daha hayırlı bir bağışta bulunulmamıştır." buyurmuştur. 16

Aile hayatında hoşgörü hanımlara karşı iyi davranmak, çocuklara sevgi ve şefkatle yaklaşmak ve anne-babanın hukukuna riâyet etmekle sağlanır. Bu konularda Hz. Peygamber model ve örnek şahsiyettir. Onun eşlerine nasıl merhametle, iyilikle, sabırla, sevgiyle yaklaştığı bilinen bir husustur. Çocukları ve torunlarına karşı bir merhamet abidesi olan Hz. Peygamber sürekli olarak onlarla ilgilenmiş, sevgiyle ve yumuşaklıkla davranmıştır. Torunları Hz. Hasan ve Hüseyin'in kendisi namazda bulunduğu sırada kendi omuzlarına binmesine rıza göstermiştir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

İslâmiyet'te din ve inanç konusunda zorlama yoktur. Birisinin inancını değiştirmek zorla değil, ancak onu ikna yoluyla ve kişinin kendi rızasıyla mümkündür. İnanç hürriyeti, insanın en başta gelen haklarından birisidir. Din insanlara korku ve zulümle iletilseydi, inancın hiçbir anlamı kalmazdı. İnsanların hayatlarını yönlendirmeleri hür iradeleriyle kendilerine bırakılmıştır. Yaptıkları işlerden Allah'a hesap verecekleri için insanlara seçme hürriyeti verilmiştir. Aksi takdirde bu hususta insanlara zorlama yapılsaydı adaletsizlik yapılmış olurdu. Dinde zorlama olmadığıyla ilgili olarak Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklık ve eğrilikten ayırt edilmiştir. O halde kim tâğutu inkar edip Allah'a inanırsa, sağlam kulpa yapışmıştır ki hiçbir zaman kopmaz. Allah işitir ve bilir."17 Konuyla ilgili bir diğer âyet ise şu şekildedir: "Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorluyor musun?"18

İlahi dinlerin ibadet yerleri kutsal olma özelliğine sahiptir. Müslümanlar'ın camileri nasıl korunuyorsa, diğerlerinin ibadet yerleri de öylece koruma altındadır. Nitekim bu hususta Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulmaktadır: "Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defetmeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi..."19 Nasıl bir Müslüman'ın camiye gidip inancının gereğini yerine getirme hakkı varsa, bir Hıristiyan'ın kiliseye, bir Yahudi'nin de havra veya sinagoga gidip ibadetini yerine getirme hakkı mevcuttur. Hz. Peygamberin, Medine toplumu içinde bir süre birlikte yaşadığı Yahudiler'in ibadetlerini kısıtlama gibi bir uygulamaya gitmediği, aynı şekilde Necranlı Hıristiyanlar'ın inançlarını yerine getirmelerine izin verdiği de bilinmektedir.

Hz. Peygamber hicretten sonra, Medine şehrinin önemli unsurlarından olan ve kendisinin Medine'ye gelişinden pek memnun olmadıkları anlaşılan Yahudiler'e karşı olumlu ve ılımlı davranmış, onlarla anlaşma arzusu içinde olduğunu hissettirmiştir. Nitekim onları, aralarında ortak olan bir kelimeye davet etmiş, namazlarında onların kıblesi olan Beytü'l-Makdis'e yönelmiş; Müslümanlar'ın, Yahudiler tarafından kesilen hayvanları yemelerine ve iffetli kadınlarıyla evlenmelerine izin vermiştir. Yahudiler'i İslâm dinine ısındırmak için önünden geçen Yahudi cenazesine saygı gösterip, ayağa kalkmış ve bunu Ashâbına tavsiye etmiştir. Yine Hz. Peygamber, müşriklerin girmesini yasakladığı mescide, Ehl-i kitab olan Yahudiler'in girmesine izin vermiştir. Hz. Peygamberin Yahudiler'e karşı izlediği olumlu tavırlar sonucu az sayıda da olsa bazı Yahudiler'in Müslüman olduğunu bilmekteyiz. Abdullah b. Selâm, Sa'lebe b. Sa'ye, Esîd b. Sa'ye, Esed b. Ubeyd, Muhayrık, Meymûn b. Yâmin gibi Yahudiler İslâm'ı kabul etmişlerdir. Yahudiler bu anayasa ile Hz. Peygamber'i devlet başkanı olarak kabul etmişlerdi. Ayrıca Medine'ye karşı oluşacak bir dış tehdit ve saldırı karşısında Müslümanlarla birlikte şehri ortaklaşa savunacaklardı. Medine anayasası tarafların din ve inanç hürriyetini, can ve mal emniyetini sağlıyordu. Ancak Yahudiler tüm bu olumlu ve ılımlı yaklaşımlara rağmen antlaşmalara sadık kalmayarak müşriklerle işbirliği yapmışlar ve Müslümanlar'ı arkadan vurmaya çalışmışlardır. Bunun üzerine Hz. Peygamber, onlarla savaşmak ve Medine dışına çıkartmak zorunda kalmıştır.

Hz. Peygamber, İslâm devletiyle anlaşmalı tebaanın (zimmî) hakları konusunda son derece titiz davranmıştır. Bu hususta Hz. Peygamber: "Kim bir zimmîyi incitirse, beni incitmiş olur. Beni inciten kimse de Allah'ı öfkelendirir." buyurmuştur. Yine Ebû Davud'dan nakledilen bir hadiste Hz. Peygamberin şöyle dediği nakledilmektedir: "Kıyamet günü, ben anlaşma yaptığımız zimmîlerden birine zulmeden, haklarına tecavüz eden, ona gücünden fazla sorumluluk yükleyen veya istemediği halde ona zorla bir iş yaptıran kimseyi kabul etmeyeceğim." Rasûlullah ve Râşid halifeler gayr-i müslim vatandaşların haklarının ve imtiyazlarının koruyucusu olmuşlardır.

Allah'ın emrine saygı ve yaratıklara merhamet, yaratılanı yaratandan ötürü hoş görmek İslâm'ın esaslarından birisidir. Hz. Peygamber tüm münasebetlerinde akılcı ve ölçülü olmayı, düşmanlık yerine dostluk ve sevgi bağlarının kurulmasını, öfke, hiddet, intikam veya öç yerine hilmi (huy, tabiat yumuşaklığı), kötülük yerine ihsanı ön plana çıkarmıştır. Tüm dinlerin temelinde iyiliğin bulunduğunu tespit ederek geçmiş peygamberlere ve bunların kutsal kitaplarına saygı göstermiştir.

Hz. Peygamber, tüm insanlara hüsnü muamele etmek gerektiğini ifade etmiş ve kendisi de bizzat uygulamalarıyla örnek olmuştur. Bu hususta onun temel dayanağı Kur'ân-ı Kerim olmuştur: "Eğer sen kaba, katı yürekli olsaydın şüphesiz etrafından dağılıp gitmişlerdi."20 "Mümin kullarıma söyle, (daima) güzel sözler söylesinler."21 "Allah'tan başkasını (Tanrı edinerek) çağıranlara sövmeyin. Zira onlar da haddi aşarak Allah'a söverler."22

Bir gün Rasûlullah, Ashâbıyla mescidde otururken oraya bir bedevî geldi ve kalkıp mescidin bir köşesine işemeye başladı. Ashâb-ı Kirâm öfkeyle bağrışarak adamı engellemek istediler. Fakat Rasûlullah, derhal ashâbına müdahale ederek: "Bırakın adamı, görsün işini!" buyurdu ve oraya bir kova su getirilip dökülmesini emretti. Sonra bedevîyi çağırıp burasının mescid olduğunu, pisletmenin, kirletmenin doğru olmayacağını anlattı. Mescidlerde Allah'ın zikredildiğini, namaz kılındığını, Kur'ân okunduğunu güzel bir lisanla ve tatlılıkla ifade edip adamı ikna etti.

Tespitlerimize göre Hz. Peygamberin hoşgörü göstermediği hususlar şunlardır:
1-Hz. Peygamber İslâm tebliğini engelleyenlere, İslâm devletine açıktan düşmanlık yapanlara mâni olmuş, İslâm dinine açıktan düşmanlıklarını şiirleriyle söyleyen ve müşrikleri Müslümanlar'a karşı kışkırtanlara hoşgörülü olmamıştır. Yahudi şairi Ka'b b. el-Eşref olayı bunun en güzel örneğidir.

2-Suçu sabit olan kimsenin affını isteyenleri reddetmiş, bu konuda hoşgörülü davranmamıştır. Hz. Peygamber: "Allah'a yemin olsun ki, hırsızlık yapan kızım Fâtıma da olsa onun elini keserdim." buyurarak bu konudaki hassasiyetini göstermiştir.

3-Kavmiyetçilik ve asabiyeti yasaklamış, bu hususta müsamahalı olmamıştır.

4-Kul hakkı konusunda son derece titiz davranmış, kul hakkına tecavüzü yasaklamıştır.

5-Kötülüklere engel olma, açıktan haram işlenmesi vb. noktalarda müsamahalı olmamıştır.

Hz. Peygamberin hayatı boyunca insanlığa karşı davranışlarındaki en temel düşüncelerden birisi hoşgörü olmuştur. O, "Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et."23 âyeti ışığında insanlara hoşgörülü yaklaşarak dini tebliğ etmiştir. Bu davete karşı insanların sert, katı ve kaba olmaları Onu bu ilkeden vazgeçirmemiştir. Taif seferi sırasında Hz. Peygamber'e karşı yapılan çirkin saldırı karşısında Onun affedici tutumu ve bu kavmin helakine değil de ıslahına dua etmesi güzel bir örnektir.

Hz. Peygamberin hoşgörü anlayışı ve İslâm tarihindeki hoşgörü uygulamalarından modern dünyanın alacağı dersler ve ibretler vardır. Müslümanlar'ı herhangi bir ayırıma tâbi tutmadan hepsini bağnaz, savaşçı ve müsamahasız olarak niteleyenlerin Hz. Peygamberin hayatını, faaliyetlerini ve İslâm tarihini iyi öğrenmeleri ve yorumlamaları gerekmektedir.
Abdüllatif
Posts: 1556
Joined: 28 Jul 2007, 15:32
Kan Grubu: AB (+)

Re: İslâm'da Hoşgörü ve Hz. Peygamber'in Hoşgörü Anlayışı

Post by Abdüllatif »

Yazı eksik alınmış. Hoşgörüyü anlatıyorsa, kızmayı da anlatmalı!
Kızması eksik müslüman, yarım müslümandır diyor Es'ad Hocamız.
Rasûlüllah SAS peygamberlerin serveri, kâinâtın önderi, ekremü’l-halk, eşref-i mahlûkàt; insanların, mahlûkatın, cinlerin en şereflisi... Peygamber Efendimiz hem çok merhametli, hem de çok celâletli ve kahraman... Denge var, ikisi de var... Harbde en önde, en kahraman... Sulhta en merhametli, en cömert; fakirlere fukaraya iyilik yapan, elindekini sonuna kadar veren...

Mesele, ahlâkı her yönüyle almak... Bir tarafını alıp, bir tarafını bırakmak değil. Bir tarafını alıp bir tarafını bırakırsa, yarım ahlâk olur. İslâm ahlâkı nasıldır?.. Müsamahadır, hoşgörü diyorlar şimdi; hoşgörü, hoşgörü, hoşgörü... Yunus Emre hoşgörülüymüş, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hoşgörülüymüş... Vallàhi de, billâhi de değil!.. Ya bunlar Yunus Emre’yi okumuyorlar, Mevlânâ Celâleddîn’i tam okumuyorlar; ya da yalan söylüyorlar...
Çünkü, Yunus Emre KS’in öyle celâlli şiirleri var ki... Öyle de olması lâzım! Celâl zamanında celâl, cemâl zamanında cemâl lâzım!..

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî müsamahalıymış; öyle şey olur mu?.. Öyle celâlli halleri var ki...

Vezirin birisi gelmiş, kelime konuşmamış, “Hoş geldin!” dememiş. Vezir, bakan yâni... Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî konuşmamış. Hani Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî müsamahalıydı, yalancılar?.. Tanımıyorsunuz, veya saklıyorsunuz.

Durmuş durmuş; koca vezir, geldi bir hocanın ayağına... Hoca iltifat etmiyor, kapısını açmıyor, buyur etmiyor, “Nasılsın?” demiyor. Ötekiler önünde dokuz takla atarken, eğilirken, bu kaşlarını çatmış karşısında duruyor. Mânevî heybeti var... Durmuş durmuş;

“—Efendim, bana nasihat eylesene...” demiş.

Vezir Mevlânâ Hazretleri’nden nasihat istiyor. Şöyle dönmüş:

“—Ben sana ne diyeyim evlâdım?.. Seni Allah sultan yaptı, sen şeytana kulluk ediyorsun!.. Seni sultan yapan, vezir yapan Allah, şeytan değil; sen Allah’a kulluk etmiyorsun, şeytana kulluk ediyorsun!.. Sana Allah kullara merhameti emretti; sen kullara zulmediyorsun!.. Ben sana ne diyeyim?..” demiş.

Adam başlamış hüngür hüngür ağlamağa... Kazık gibi, dosdoğru söz.
http://www.dervisan.com/yazi3/941113.htm
Vay, yüz bin vay kim dildardan ayrılmışam
Fitne–çeşm ü sahir u hunhardan ayrılmışam
Bülbül-i şûride em gülzârdan ayrılmışam
Kimse bilmez kim ne nisbet yârdan ayrılmışam!
Post Reply

Return to “Peygember Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v)”