Mevlâna ve Özgüven Eğitimi

Moderator: Leyla Hanne

Post Reply
User avatar
meryem
Posts: 45
Joined: 23 Sep 2007, 11:36
Kan Grubu: B (+)

Mevlâna ve Özgüven Eğitimi

Post by meryem »

Mevlâna ve Özgüven Eğitimi



Kur’an’a göre insanoğlu hayatın acıları ve sevinçleriyle sınanmaktadır. Acılar olmasa, sevinçlerin bir anlamı olur mu? Ölüm olmasa, hayatın bir anlamı olur mu? Başımıza gelen acılardan amaç, biraz da hangimizin daha güzel kullukta bulunduğumuzu ortaya çıkarmaktır. Şu ayetleri toplu olarak okursak olayın içyüzünü daha iyi anlayabiliriz:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele.

O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz, derler.

İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” 1

Bu öyle bir sınavdır ki, dünya hayatında karşılarına çıkan belâ ve musibetler karşısında kimileri dökülür, kimileri tahammül göstererek direnir, özgüvenini korur, kulluk bilincini daha yükseklerde, zirvelerde tutar.

Atalarımız, “deliye her gün bayram, muzdaribe hiçbir gün” demişler. Ama olsun. Önemli olan, gönüller fatihi Yunus Emre’mizin dediği gibi, acıları bal eyleyebilmektir. Bu da her yiğidin kazancı değil, erlerin/olgunlaşmış kimselerin kazancıdır.

Aslında Müslüman, eğer bilirse, mutlu ve huzurlu insandır. Onun hayatından sevinçler hiç eksik olmaz. O, namazını kılar, bayram eder; orucunu tutar, bayram eder; kurban keser, eti ve derisi ile bir fakire veya düşküne yardımda bulunur, mutluluğu yüzünden okunur. İslam, bir nevi, kişiyi devamlı, kendisi ile barışık tutmaktadır. Çoğumuz böyle bir yüce değerin farkında değilizdir. İnanmış insan, gerek Allah’a ve gerekse insanlara karşı vazifelerini hakkı ile yerine getirdiği zaman, ruhsal anlamda bir manevî haz ve coşku hali yaşar.

Anadolu’nun irfan erlerinden Eşrefoğlu Rûmî şöyle diyor: “Gökten belâ kar gibi yağsa, anın adına aşk denir.” Eğer içinizde aşk varsa, hiçbir engel sizi durduramaz. En büyük belâ ve musibetlerle Peygamberler denenmedi mi? Güler yüzlü İslâm’ın şavkını asırlara taşıyan Hz. Muhammed (s.a.v.), Mekke’de zorbaların her türlü karalayıcı kampanyaları karşısında, içine dönüyor, sabırla direnişine ve mücadelesine devam ediyordu. Ona iç dünyasını nasıl ve ne ile diri tutması gerektiğini Yüce Allah şöyle öğretiyordu:

“(Ey Muhammed!) Yemin olsun biz biliyoruz ki, onların söylediklerine senin göğsün daralıyor.”2 Bu bir durum tespitidir. İç sıkıntılar karşısında insan, nasıl göğüs gerecek? İşte Yüce Rabbimiz bunun yolunu da Rasulünün şahsında bize şöyle gösteriyor: “Sen Rabbini hamdi ile tesbih et ve secde edenlerden ol.” 3 İşte özgüven eğitimi bu.

İslâm Tarihinde Moğol istilasının yol açtığı kriz, Hz. Mevlâna gibi büyük bir düşünce ve irfan adamını oraya çıkarmıştır. Mevlâna’nın yaşadığı dönemin oldukça sıkıntılı bir dönem olduğunu hepimiz biliyoruz. Hicrî yedinci asır, İslâm Dünyasının yakılıp yıkıldığı, talan edildiği bir dönemdir. Ümitsizliğin, kötümserliğin, hatta İslâm’ın bir inanç sistemi, bir kültür ve medeniyet olarak geleceğine şüphe ve endişe ile bakmanın oldukça yaygın olduğu bir dönemdir. Mevlâna, bu menfi gelişme karşısında boş durmamış, his ve fikir plânında büyük bir mücadele vermiştir. O, öyle güzel şeyler söylemiş ki, kafalar ve gönüller rahatlasın diye. Âlim de bir şey öğrensin, testici de bir şey öğrensin diye.4

Günümüzde bazı çağdaş terapistler, hastalarını tedavide İslâm Tasavvufunun ana kaynaklarından yararlandıklarını söylemektedirler. Bu kaynaklar arasında, işte başta Hz. Mevlâna’nın muhalled eseri Mesnevî gelir. Ruhsal açıdan gergin ve depresyonda olanların okuyabileceği bir eser: Mesnevî... Son yıllarda Amerika’da Doğu-İslâm klâsikleri arasında ençok satılan ve okunan kitabın Mesnevî olduğu söyleniyor. Hatta bir yazarımız Mektuplar isimli eserinde Amerika’da okuyan oğluna, tefessüh etmiş bir cemiyette ancak Mesnevî okuyarak ayakta durabileceğini, inançlarını koruyabileceğini tavsiye ediyor.

Ne var Mesnevî’de?

Ruhaniyet var, psikoloji var, ruhsal hayatı tamir var, ümit var, coşku var, inanç var, güven var, insanın kendisi ve çevresiyle barışık olmasının yolu var, dahası, Allah’la bağ kurmanın yöntemi var. Yegâne güven kaynağı olan Yüce Allah’a bağlanan kimse isyanlarda olur mu? O, aşk ehlidir. Acılar karşısında bilenir.

İşte Mevlâna, İslâm Dünyasının büyük bir yıkıma uğratıldığı dönemde, Müslüman vicdanlara yılgınlığı, bedbinliği değil, çağının sorumluluğunu taşıyan bir mütefekkir edasıyla, tekrar varoluş ve umut ruhunu yeniden aşılamıştır. Elbette kriz dönemlerinde yaşamış insanların bazı ‘muğlak’ tarafları vardır. Bunu normal karşılamak gerekir. Çünkü onlar, normal dönemlerin insanı değildir. Önemli olan onların, varlık-yokluk mücadelesinin sürdürüldüğü dönemlerdeki yol gösterici tavırlarıdır. Mevlâna’nın bu tavrı, yaşadığımız yüzyılda hâlâ varlığını sürdürüyorsa, onun düşünce dünyasının temel kaynaklarına ve mesajına bakmak gerekir.

Sosyolojik manada kriz dönemleri, toplumların hayata tekrar tutunmak için, yol gösterici büyük mürşitleri/kurtarıcıları aradıkları dönemlerdir. Yani, kurtarıcı beklenen dönemlerdir. Bu noktada Mevlâna, tarihi misyonunu mükemmel bir şekilde yerine getirmiştir. Dolayısıyla, Mevlâna felsefesinde ümitsizlik ve kötümserliğe yer yoktur. O, “bir kimse, iman ve itaat yolunda yürüyüp de bir an bile ziyan etmişse kafirim” sözüyle, insana umut kapılarını açar ve rûhun sonsuzluğuna inşirah/huzur/coşku/heyecan üfürür. Bu ufku genişliğin bir alâmetidir.

Mevlâna insan hayatında ‘kötülük’ sorununa da değinir. Onun düşünce dünyasına göre, eşyada aslolan ibâhadır. Varlıkta iyi ve kötü diye bir şey yoktur. Ancak, bazı kimseler nezdinde eşya iyi ve kötü şeklinde bir değer yargısına sahiptir. İyi ve kötü gibi değer yargıları, insanın kişisel kaprislerine ve ihtiyaçlarına, öte yandan düşünce, bilgi ve kültürel düzeylerine göre değişir. Dolayısıyla kötülüğün bir gerçek olduğunu kabul eden Mevlâna’ya göre, bu dünyada mutlak olarak kötü bir şey yoktur. Kötülük izafîdir, özneldir. Buna göre, şuna göre değişir. Örneğin, yılanın zehri kendisi için hayattır, insan içinse ölümdür. Yine Zeyd, birine göre iyidir, bir başkasına göre kötüdür.

“Öyle şeyler oluverir ki, siz, onlardan hoşlanmazsınız, hâlbuki o, sizin için daha hayırlıdır”5 ayetine vurgu yapan Mevlâna, insan hayatının kötümserlikten ziyade iyimserlik tarafı ile ilgilenir.6 Büyük mütefekkir İmam-ı Gazali’nin dediği gibi, acı ve ızdıraplar, nihaî iyiliğimiz için tahammül etmemiz gereken tedaviler gibidir. Dünyadaki acı ve ızdıraplar da insanların daha büyük iyiliklere ulaşmaları açısından gerekli olan kılık değiştirmiş iyiliklerdir.7 Ama yine de Mevlâna, kötülükler karşısında “pes etmeye, ne yapayım bu benim kaderimdir” gibi yaklaşımlara karşıdır. O, her ne olursa olsun, kötülüklerle mücadele edilmesi taraftarıdır. Yüce Allah diyor Mevlâna; sıcağı, soğuğu, zahmeti, derdi bedenlerimize havale etmiştir. Bütün bunlar; korku, açlık, malların azlığı, bedenimizin hastalığı, hepsi can nakdinin meydana çıkması içindir. Vaîdlerle tehditler, iyi ve kötüyü ayırdetmek içindir.8 Bu sebeple Mevlâna’ya göre, kötülükler karşısında olgun mü’minin pozisyonu, sopa yiyen kirpinin durumu gibi olmalıdır. Nasıl ki, sopa yiyen bir kirpi, dövüldükçe okları daha çok sertleşir ve mukavemet etmede kuvvet kazanırsa, mü’min de zahmetler ve meşakkatler karşısında direniş gücünü daha da artırmalı ve metanetini korumalıdır.9

İnsan vahiyle irtibatını kopardığı zaman, bunalıma düşer. Bu sebeple Mevlâna, bütün zamanların yolunu şaşırmışlarına “kendine aklı ve dini klavuz et”10 demek suretiyle izleyecekleri yöntemi göstermiştir. Elbette, vahiyle aydınlanmayan insanlar ışığını belli bir süre başka kaynaklardan alabilirler. Ama, ışığını Allah’tan almayan bir birey, belli bir zaman aralığından sonra hayatını anlamlandıramadığı için karanlıklar içerisine düşebilir. Nitekim Kur’an bu gerçeği çok güzel bir şekilde sunduğu temsillerle ortaya koymaktadır: “Onların durumu (aydınlanmak için) ateş yakmak isteyenin durumuna benzer. Ateş çevresini aydınlatınca, Allah onların (gözlerinin) nurunu giderdi ve karanlıklar içinde görmez bir halde bıraktı. (Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar dönmezler.”11

Kurtuluş, Mevlâna’nın ‘pergel metaforu’ndadır. Eğer insanın bir ayağı şeriatta, diğer ayağı da İlahî hakikatlere çağrı adına yetmiş iki milleti dolaşıyorsa, ayak merkezden ayrılmadığı sürece insan, bitimsiz aydınlanma kaynağına tutunduğu için yeni ve taze fikirler üretmeye devam edecektir. Bunun bizzat kanıtı, Mevlâna’nın kendisidir. Hâlâ o, çağdaş dünyada, yüzyıllar geçmesine rağmen bıraktığı eserlerle binlerce insanın hidayetine/hayat bulmasına vesile olmaktadır. Bu gerçeği şu ayet çok güzel anlatır: “Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir; bir insanı dirilten bütün insanlığı diriltmiş gibidir.”12 Mutlak anlamda öldürme ve diriltme Allah’a aittir. Bu ayette geçen öldürme ve diriltmenin insana nispeti, vesile ve mecaz açısındandır. Bir kimsenin sapmasına sebep olmak ölümle; hidayetine vesile olmak ise, hayatla ifade edilmiştir.

Ne mutlu, hayatın acıları karşısında yılgınlık göstermeden, yaşama aşkla yeniden tutunanlara!..

Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ
Last edited by Nakşibendî on 14 Jan 2008, 23:20, edited 1 time in total.
"Ol dost için ağuları şeker gibi yutmak gerek.." RÛMÎ
Post Reply

Return to “Kritik Analitik Düşünce ve Kişisel Gelişim”