AMR BİN DÎNÂR(k.s)
Posted: 05 Jan 2008, 18:42
AMR BİN DÎNÂR
Tâbiîn devri âlim ve evliyâsından. İsmi Amr bin Dînâr el-Cumahî, künyesi Ebû Muhammed'dir. 666 (H.46) senesi İran beldelerinden birinde doğdu. Arap kabîlelerinden Cumah'ın himâyesine girdi. 743 (H.126) senesinde Mekke-i mükerremede vefât etti.
Amr bin Dînâr, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiînin büyüklerinden ders aldı. Onların sohbetinde bulundu. Abâdile-i Erbaa yâni dört Abdullah adı verilen Abdullah bin Abbâs, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Zübeyr, Abdullah bin Amr bin Âs gibi Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, Saîd bin Müseyyeb, Atâ bin Ebû Rebâh, Mücâhid gibi Tâbiînin büyüklerinden hadîs ilmini öğrendi. Onlardan hadîs-i şerîf rivâyet etti. Sika, güvenilir ve sağlam hadîs imâmıdır. Kendisinden Tâbiînin büyüklerinden İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, Katâde bin Diâme, Eyyüb Sahtiyânî, Şu'be bin el-Haccâc, Süfyân bin Dînâr, Süfyân bin Ziyâd Usfurî, Hammâd bin Seleme, Hammâd bin Zeyd ve daha pekçok Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn âlimleri hadîs-i şerîf öğrenip, rivâyet etti.
Amr bin Dînâr, zamânında Mekke-i mükerreme müftisi oldu. Mertebesi çok yüksekti. Müslümanlar arasında her bakımdan büyük bilindi ve sevildi. Ahlâkı güzel olup, ilim ve fazîlette devrinin önde gelenlerinden idi. Hadîs âlimlerinden Şu'be bin el-Haccâc, Amr bin Dînâr'ın üzerine başkalarını tercih etmez ve buyururdu ki: "Hadîs-i şerîfler husûsunda Amr bin Dînâr'dan daha emîn bir kimse görmedim."
Muhaddisler, büyük hadîs âlimlerinden İbn-i Nüceyh; "Ben Amr bin Dînâr'dan daha fakîh ve dinde büyük âlim görmedim." buyurdu. Ahmed bin Hanbel ve Yahyâ bin Maîn, onu Katâde'ye tercih etmişlerdir. Çok ibâdet eder, geceyi üçe bölerdi. Üçte birinde hadîs okur, üçte birinde uyur, üçte birinde namaz kılardı.
Amr bin Dînâr anlatır: "Medîne'de birisinin kız kardeşi vefât etti. O kimse şöyle anlattı: "Kızkardeşimi defnettiler. Kabri başından ayrıldık. Benim değerli bir yüzüğüm vardı. Kayboldu. Onun kabrine düştü zannıyla kabrine gittim. Kabrin lahdi üzerindeki tahtayı kaldırdım. Ateş alevleri yüzüme vurdu. Baktım, mezarın içi ateşle dolu. Tahtayı yerine koydum. Mezarın üstünü sıkıca kapatıp ağlayarak eve döndüm. Annemden, kız kardeşimin huyunun nasıl olduğunu sordum. Bana; "İki kötü huyu vardı. Biri namazına gevşekti. İkincisi koğuculuk yapardı." cevâbını verdi. Bundan anlaşılmış oldu ki, bu iki kötü huy, kabir azâbına sebeptir."
Amr bin Dînâr hazretleri kelime-i tevhîdin fazîletine dâir şu hadîs-i şerîfi bildirmiştir:
Peygamber efendimiz buyurdular ki: "Bir kimse inanarak "La ilâhe illallah" derse, muhakkak Cennet'e girer."
Eshâb-ı kirâmı çok sever, onların büyüklüğünü İslâmiyete yaptıkları hizmetleri devamlı talebelerine anlatırdı. Şu hadîs-i şerîfi sık sık tekrarlardı:
"Eshâbıma söğmeyiniz. Kim Eshâbıma söğerse, Allahü teâlânın lâneti onun üzerine olsun."
Oruçla ilgili olarak da şu hadîs-i şerîfi rivâyet ettiler:
"Hilâli görünce oruca başlayınız. Hilâli görünce bayram yapınız. Eğer hava bulutlu olur da hilâli göremezseniz, otuza tamamlayınız."
ELİNİ KESMEZSEK HELÂK OLURSUN!
Amr bin Dînâr hazretleri şöyle anlatır: "Önceki ümmetlerden birisi bir deniz sâhiline gitti. Orada yüksek sesle bağıran birisini gördü. Şöyle diyordu: "Beni gören kimse bir başkasına aslâ zulmetmeyecek!" Gelen kişi yanına yaklaşarak; "Ey Allah'ın kulu! Senin bu sözün nedir, ne demek istersin?" diye sordu. O da ona şöyle cevap verdi: "Ben bir zamanlar emniyet mensubu idim. Bir gün bu deniz sâhiline geldim. Şurada balık avlayan birini gördüm. Avladığı balığı bana hîbe etmesini söyledim, fakat râzı olmadı. Daha sonra satmasını istedim. Yine kabûl etmedi. Canım sıkıldı. Kızdım, kırbacımla başına vurmaya başladım ve o balığı zorla aldım. Elimde sallayarak geri dönmek için yola koyuldum.
Eve yaklaştığım bir sırada balık parmağımı kaptı. Parmağımı kurtarmak için yere atmak istedim, fakat bırakmadı. Hemen acele eve girip içeridekilerden yardım istedim. Onlar da uzunca bir zaman uğraştılar. Netîcede zorlukla parmağımı kurtardık. Lakin parmak şişti, kabardı. Balığın dişlerinin izleri göz göz açıldı. Bunun üzerine iyi bir tabibe gittim. Parmağımı görünce; "Bu kangren olmuş, eğer kesilmezse, helâk olursun." dedi. Sonra da kesti. Bu defâ hastalık elime sıçradı. Yine o tabîbe koştum. Bana; "Eğer elini kesmezsek helâk olursun." dedi.Rızâm üzerine eli de kesti. Bu defâ hastalık koluma geçmişti. Yine tabîbe koştum. Hastalığın kola yayılmış olduğunu söyleyip kolumu da kesti. Hastalık bu defâ pazuma çıkmıştı. Korku ve şaşkınlıkla evimden çıktım. Deli gibi koşuyor ve hayvanlar gibi bağırıyordum. Oralarda büyük bir ağacın gölgesine sığındım. Dalları arasında uyudum kaldım. Rüyâmda birisinin benim yanıma geldiğini gördüm. Bana; "Senin uzuvların kaç kere kesildi ve parça parça atıldı. Hakkını sâhibine götür ver. O zaman kurtulursun." dedi.
Uyandığımda aklım başıma geldi. Hak sâhibini hatırladım. Bu bana Allahü teâlâdan gelen bir cezâ idi. Hemen deniz kenarına gittim. Balık avcısını buldum. Ağını denize atmıştı. Onu çekinceye kadar bekledim. Çok balıklar çıkardı. O zaman balıkçıya seslenip; "Efendim ben senin kölenim!" dedim. Bana dönüp; "Sen kimsin?" dedi. Ben de; "Efendim falan zaman sizi dövüp zorla balığınızı gasbeden kimseyim." dedim. Sonra ona kolumu gösterdim. Onu görünce böyle belâdan Allahü teâlâya sığındı. "Sen şimdi serbestsin gidebilirsin." dedi. Ayrılmak istedim. Bana; "Dur. Bu benden sana adâlet olmaz. Çünkü bir balık için sana bedduâda bulunmuştum." dedi. Beni elimden tutup evine götürdü. Oğlunu çağırdı. Bir yer gösterip; "Şurasını kaz." dedi. Oğlu orasını kazdı. İçinde otuz bin dirhem olan bir kese çıkardı. Balıkçı oğluna emredip içinden benim için on bin dirhem saymasını söyledi ve bana; "Bunlarla ihtiyâcını gider." dedi. Sonra yine bir on bin dirhem daha verip; "Bunları da komşularına ve akrabâna dağıt!" dedi. Ben ayrılmak istediğimde ona; "Allah için bana söyle nasıl bedduâ ettin?" dedim. O da bana şöyle dedi: "Sen bana vurup balığı aldığında semâya baktım ve ağladım. Sonra da yâ Rabbî! Onu da beni de sen yarattın. Onu kuvvetli, beni zayıf kıldın. Sonra onu bana musallat eyledin. Onun zulmünü benden geri çevirmedin. Beni de onun zulmüne mâni olmaya kuvvetli kılmadın. Kudretin hakkı için onu âleme ibret olacak hâle koy! dedim." Bunun üzerine verdiklerini alıp oradan ayrıldım.
1) Tabakât-ı İbn-i Sa'd; c.5, s.479
2) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.8, s.30
3) Tezkîretü'l-Huffâz; c.1, s.113
4) Hilyet-ül-Evliyâ; c.3, s.347
5) Ravd-ur-Reyyâhîn; s.169
6) El-A'lâm; c.5, s.77
Tâbiîn devri âlim ve evliyâsından. İsmi Amr bin Dînâr el-Cumahî, künyesi Ebû Muhammed'dir. 666 (H.46) senesi İran beldelerinden birinde doğdu. Arap kabîlelerinden Cumah'ın himâyesine girdi. 743 (H.126) senesinde Mekke-i mükerremede vefât etti.
Amr bin Dînâr, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiînin büyüklerinden ders aldı. Onların sohbetinde bulundu. Abâdile-i Erbaa yâni dört Abdullah adı verilen Abdullah bin Abbâs, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Zübeyr, Abdullah bin Amr bin Âs gibi Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, Saîd bin Müseyyeb, Atâ bin Ebû Rebâh, Mücâhid gibi Tâbiînin büyüklerinden hadîs ilmini öğrendi. Onlardan hadîs-i şerîf rivâyet etti. Sika, güvenilir ve sağlam hadîs imâmıdır. Kendisinden Tâbiînin büyüklerinden İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, Katâde bin Diâme, Eyyüb Sahtiyânî, Şu'be bin el-Haccâc, Süfyân bin Dînâr, Süfyân bin Ziyâd Usfurî, Hammâd bin Seleme, Hammâd bin Zeyd ve daha pekçok Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn âlimleri hadîs-i şerîf öğrenip, rivâyet etti.
Amr bin Dînâr, zamânında Mekke-i mükerreme müftisi oldu. Mertebesi çok yüksekti. Müslümanlar arasında her bakımdan büyük bilindi ve sevildi. Ahlâkı güzel olup, ilim ve fazîlette devrinin önde gelenlerinden idi. Hadîs âlimlerinden Şu'be bin el-Haccâc, Amr bin Dînâr'ın üzerine başkalarını tercih etmez ve buyururdu ki: "Hadîs-i şerîfler husûsunda Amr bin Dînâr'dan daha emîn bir kimse görmedim."
Muhaddisler, büyük hadîs âlimlerinden İbn-i Nüceyh; "Ben Amr bin Dînâr'dan daha fakîh ve dinde büyük âlim görmedim." buyurdu. Ahmed bin Hanbel ve Yahyâ bin Maîn, onu Katâde'ye tercih etmişlerdir. Çok ibâdet eder, geceyi üçe bölerdi. Üçte birinde hadîs okur, üçte birinde uyur, üçte birinde namaz kılardı.
Amr bin Dînâr anlatır: "Medîne'de birisinin kız kardeşi vefât etti. O kimse şöyle anlattı: "Kızkardeşimi defnettiler. Kabri başından ayrıldık. Benim değerli bir yüzüğüm vardı. Kayboldu. Onun kabrine düştü zannıyla kabrine gittim. Kabrin lahdi üzerindeki tahtayı kaldırdım. Ateş alevleri yüzüme vurdu. Baktım, mezarın içi ateşle dolu. Tahtayı yerine koydum. Mezarın üstünü sıkıca kapatıp ağlayarak eve döndüm. Annemden, kız kardeşimin huyunun nasıl olduğunu sordum. Bana; "İki kötü huyu vardı. Biri namazına gevşekti. İkincisi koğuculuk yapardı." cevâbını verdi. Bundan anlaşılmış oldu ki, bu iki kötü huy, kabir azâbına sebeptir."
Amr bin Dînâr hazretleri kelime-i tevhîdin fazîletine dâir şu hadîs-i şerîfi bildirmiştir:
Peygamber efendimiz buyurdular ki: "Bir kimse inanarak "La ilâhe illallah" derse, muhakkak Cennet'e girer."
Eshâb-ı kirâmı çok sever, onların büyüklüğünü İslâmiyete yaptıkları hizmetleri devamlı talebelerine anlatırdı. Şu hadîs-i şerîfi sık sık tekrarlardı:
"Eshâbıma söğmeyiniz. Kim Eshâbıma söğerse, Allahü teâlânın lâneti onun üzerine olsun."
Oruçla ilgili olarak da şu hadîs-i şerîfi rivâyet ettiler:
"Hilâli görünce oruca başlayınız. Hilâli görünce bayram yapınız. Eğer hava bulutlu olur da hilâli göremezseniz, otuza tamamlayınız."
ELİNİ KESMEZSEK HELÂK OLURSUN!
Amr bin Dînâr hazretleri şöyle anlatır: "Önceki ümmetlerden birisi bir deniz sâhiline gitti. Orada yüksek sesle bağıran birisini gördü. Şöyle diyordu: "Beni gören kimse bir başkasına aslâ zulmetmeyecek!" Gelen kişi yanına yaklaşarak; "Ey Allah'ın kulu! Senin bu sözün nedir, ne demek istersin?" diye sordu. O da ona şöyle cevap verdi: "Ben bir zamanlar emniyet mensubu idim. Bir gün bu deniz sâhiline geldim. Şurada balık avlayan birini gördüm. Avladığı balığı bana hîbe etmesini söyledim, fakat râzı olmadı. Daha sonra satmasını istedim. Yine kabûl etmedi. Canım sıkıldı. Kızdım, kırbacımla başına vurmaya başladım ve o balığı zorla aldım. Elimde sallayarak geri dönmek için yola koyuldum.
Eve yaklaştığım bir sırada balık parmağımı kaptı. Parmağımı kurtarmak için yere atmak istedim, fakat bırakmadı. Hemen acele eve girip içeridekilerden yardım istedim. Onlar da uzunca bir zaman uğraştılar. Netîcede zorlukla parmağımı kurtardık. Lakin parmak şişti, kabardı. Balığın dişlerinin izleri göz göz açıldı. Bunun üzerine iyi bir tabibe gittim. Parmağımı görünce; "Bu kangren olmuş, eğer kesilmezse, helâk olursun." dedi. Sonra da kesti. Bu defâ hastalık elime sıçradı. Yine o tabîbe koştum. Bana; "Eğer elini kesmezsek helâk olursun." dedi.Rızâm üzerine eli de kesti. Bu defâ hastalık koluma geçmişti. Yine tabîbe koştum. Hastalığın kola yayılmış olduğunu söyleyip kolumu da kesti. Hastalık bu defâ pazuma çıkmıştı. Korku ve şaşkınlıkla evimden çıktım. Deli gibi koşuyor ve hayvanlar gibi bağırıyordum. Oralarda büyük bir ağacın gölgesine sığındım. Dalları arasında uyudum kaldım. Rüyâmda birisinin benim yanıma geldiğini gördüm. Bana; "Senin uzuvların kaç kere kesildi ve parça parça atıldı. Hakkını sâhibine götür ver. O zaman kurtulursun." dedi.
Uyandığımda aklım başıma geldi. Hak sâhibini hatırladım. Bu bana Allahü teâlâdan gelen bir cezâ idi. Hemen deniz kenarına gittim. Balık avcısını buldum. Ağını denize atmıştı. Onu çekinceye kadar bekledim. Çok balıklar çıkardı. O zaman balıkçıya seslenip; "Efendim ben senin kölenim!" dedim. Bana dönüp; "Sen kimsin?" dedi. Ben de; "Efendim falan zaman sizi dövüp zorla balığınızı gasbeden kimseyim." dedim. Sonra ona kolumu gösterdim. Onu görünce böyle belâdan Allahü teâlâya sığındı. "Sen şimdi serbestsin gidebilirsin." dedi. Ayrılmak istedim. Bana; "Dur. Bu benden sana adâlet olmaz. Çünkü bir balık için sana bedduâda bulunmuştum." dedi. Beni elimden tutup evine götürdü. Oğlunu çağırdı. Bir yer gösterip; "Şurasını kaz." dedi. Oğlu orasını kazdı. İçinde otuz bin dirhem olan bir kese çıkardı. Balıkçı oğluna emredip içinden benim için on bin dirhem saymasını söyledi ve bana; "Bunlarla ihtiyâcını gider." dedi. Sonra yine bir on bin dirhem daha verip; "Bunları da komşularına ve akrabâna dağıt!" dedi. Ben ayrılmak istediğimde ona; "Allah için bana söyle nasıl bedduâ ettin?" dedim. O da bana şöyle dedi: "Sen bana vurup balığı aldığında semâya baktım ve ağladım. Sonra da yâ Rabbî! Onu da beni de sen yarattın. Onu kuvvetli, beni zayıf kıldın. Sonra onu bana musallat eyledin. Onun zulmünü benden geri çevirmedin. Beni de onun zulmüne mâni olmaya kuvvetli kılmadın. Kudretin hakkı için onu âleme ibret olacak hâle koy! dedim." Bunun üzerine verdiklerini alıp oradan ayrıldım.
1) Tabakât-ı İbn-i Sa'd; c.5, s.479
2) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.8, s.30
3) Tezkîretü'l-Huffâz; c.1, s.113
4) Hilyet-ül-Evliyâ; c.3, s.347
5) Ravd-ur-Reyyâhîn; s.169
6) El-A'lâm; c.5, s.77