Dijital Tesbih

Post Reply
bende
Posts: 33
Joined: 17 Sep 2007, 20:06

Dijital Tesbih

Post by bende »

SA
Acizane cevaplamanızı istirham edeceğim bir sorum olacak.
' Dijital tesbih kullanımı bidat mıdır?'
Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe ererdi. (İmam-ı Azam)
asım
Posts: 280
Joined: 01 Sep 2007, 17:58
Kan Grubu: A (+)

Re: Dijital Tesbih

Post by asım »

bende wrote:SA
Acizane cevaplamanızı istirham edeceğim bir sorum olacak.
' Dijital tesbih kullanımı bidat mıdır?'
Ve aleyküm selam!

Sorunuza cevap vermeden önce “bid’at” kavramı üzerinde durulması gereklidir. Öz bir bilgiyi başta, hemen ardından sevgili hocaefendimiz rahmetullahi aleyh’in “Güncel Meseleler 1 ve 2” kitabından bu konu ile ilgili vermiş olduğu cevapları ve Diyanet İşleri Başkanlığı sitesindeki bilgiyi de en sonda aktaracağım inşaallah.

Aslında ilâhiyat ilminin tahsil ve eğitimini almış kardeşlerimizden bu hususlarda yardımlarını talep ederiz. Yazılanlardaki eksiklik ve yanlışlıkları da düzeltmelerini "ilimlerinin" ve “kardeşliğimizin" gereği olarak beklerim.

Yüce Allah (c.c.) yolunda dâim, muttakî kulları zümresine cümlemizi dâhil eylesin. (âmin)


“Dinî terminolojide bid‘at, dinin aslında olmadığı halde inanç ve ibadet alanında sonradan icat edilen inanış ve davranışları ifade eder. Daha açık bir ifadeyle, Hz. Peygamber zamanında olmayan veya meşrû görülmeyen bir inanış, ibadet, dinî anlayış ve davranış bid‘at kavramı içinde yer almaktadır.”

“Bid‘atın kapsamının dinî konularla sınırlı olduğu hususunda İslâm bilginleri görüş birliğindedir. Bu sebeple inanç ve ibadet hayatının dışında kalan yenilikler bid‘at kavramına girmez. Bazı âlimler bid‘atın kapsamını genişleterek müslüman toplumların geleneğinde bulunmayan her yeniliği bid‘at saymaya eğilimli iseler de bu doğru değildir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde, “Kim benden sonra terkedilmiş bir sünnetimi diriltirse onunla amel eden herkesin ecri kadar o kimseye sevap verilir, hem de onların sevabından hiçbir şey eksiltilmeden. Kim de Allah’ın ve Resulü’nün rızâsına uygun düşmeyen bir kötü bid‘at icat ederse onunla amel eden insanların günahları kadar o kişiye günah yükletilir, hem de onların günahlarından hiçbir şey eksiltilmeden” (Müslim, “İlim”, 6; Tirmizî, “İlim”, 16) buyurarak, kötülenen bid‘atı “Allah ve Resulü’nün rızâsına uygun düşmeyen kötü bid‘at” diye nitelendirmiştir. Bu durumda dinin ruhuna ve genel prensiplerine aykırı olmayan ve ibadet rengine bürünmeyen âdetler bid‘at sayılmazlar. Diğer bir anlatımla, herhangi bir davranış ve anlayış dinî yönü bulunmadıkça, iman, ibadet, günah ve sevap çerçevesine sokulmadıkça bid‘at kavramına dahil olmaz…

Müslümanların dini koruma konusunda gösterdikleri hassasiyetin hayatın tabii gelişimine ve normal değişime karşı bir tavır alışa dönüşmemesi için bir kısım İslâm bilginleri bid‘atı ikiye ayırmışlar, iyi ve yararlı gördüklerine bid‘at-ı hasene, kötü ve zararlı bulduklarına da bid‘at-ı seyyie adını vermişlerdir.”

İslam'ın en temel kurallarından birisi: Kur'an ve Sünnet'e aykırı olarak sonradan ortaya çıkan her inanç, ibadet ve muamelatın kabul edilemez oluşudur. Sonradan ortaya çıkan bir takım îcadlar ve ihtiyaçlar, Kur'an ve Sünnet'e aykırı bir değilse, reddedilen (sonraki devirlerde bid’at-ı seyyie olarak isimlendirilen) bid'atlar sınıfından sayılmaz. Kur'an, Sünnet, icma ve sahabe yoluna aykırı olmayanlar iyi, aksi olanlar kötü diye adlandırılır. İslâm alimleri bid'atları, vacip, mendup, mubah, haram ve mekruh olmak üzere beş kısımda ele almışlardır. Savaş aletleri îcadı, zamanın şartlarına uygun kuvvet hazırlamayı vacib; ilim müesseseleri kurmak, ilmî kitaplar hazırlayıp basmak, ilmi yaymak, insanlara öğretmek, okul binaları yapmak gibi şeyleri mendup ve makbul; helal olan şeyleri yeyip içmeyi mubah addetmişlerdir. Haram ve mekruh ise zaten tayin ve tesbit edilmiştir.

Tesbih çekmek ibadet, bunun adedini tesbit etmek ise âdettir, kullanılan şey âlettir. Bunun parmaklar ile, taşlar ile, belli sayıda düğüm atılmış ip ile, ipe dizilmiş boncuklarla yapılmasının caiz olduğu “Redd-ül Muhtar”da belirtilmiştir. Bu işlemi günümüz imkanları ile oluşturulmuş elektronik cihazlarla yapılması da buna aykırı değildir diye düşünüyorum.

Sevgili peygamber efendimiz (s.a.v.) bir kadının tesbihleri, çekirdeklerle saydığını gördüğü halde yasaklamamış, daha az aded ile daha sevap kazanabileceği tesbihatı tavsiye etmiştir. Ashâb-ı kirâm’ın tesbihatta kullandığı ipleri bulunduğu da rivayet edilmiştir. Aşağıda tafsilatlı olarak anlatılacağı gibi bu işlemi yapmak bid’at(-ı seyyie) olarak kabul etmek mümkün olmasa gerektir. Ancak, tesbihat için kullanılan aracı bizzat ibadet olarak algılamak ve onu ibadetin bir (olmazsa olmaz) bir parçası olarak görmek bid’at(-ı seyyie) olsa gerektir.
Soru:
--Bir bid'atin bid'at olduğunu biz nereden anlayacağız?
Cevap:
--Bu ilim işidir, herkes anlayamaz. Karşına getirilen renkli parçanın cam mı, elmas mı olduğunu sen anlayabilir misin?.. Bir paranın kalp mı, hakîkî para mı olduğunu sen anlayabilir misin?.. Anlayamazsın. Her şeyin bir mütehassısı vardır, her işin mütehassısı vardır. Bid'ati anlamak için sünneti bilmek lâzım, dini bilmek lâzım, dinde fakîh olmak lâzım!...

Onun için müslümanların en kıymetli varlıkları alimlerdir. Hayrı şerri bilmez yanlış insanlara tabi olsalar, yanlış yollara götürürler. Onun için, bir alime sorulur; şu şöyle midir, böyle midir diye... Fakat, mümkün olduğu kadar da hadis-i şerifler okunur. İşte fetvâ kitapları var, muhtelif hocaefendilerin çıkarttığı... Meselâ, “Günümüzün Meselelerine Fetvâlar” diye Halil Gönenç Hocaefendi'nin, sevdiğimiz hoca kardeşimizin kitapları var; üç cild çıktı. Merak edip bu meseleleri tâkib etmek lâzım, yazıp çizmek lâzım!..

Soru:
--"Hoparlör ile ezan okumak, konuşma yapmak bid'attir." deniliyor; bu doğru mudur?
Cevap:
--Hoparlör ile ezan okumak ve konuşmak bid'at değildir. Bunun bir mahzuru yoktur. Bu faydalı bir cihazdır ve vaazın, ayetin, hadisin, nasihatın daha fazla insanlara duyurulmasına vasıtadır, vesilesidir.

Hayra vesile olan, hayra delâlet eden de hayrı işleyen gibidir. İnsan camide namaz için beklediği müddetçe bile namazda sayılıyor. Neden?.. Namaz için bekliyor... Kâbe yoluna çıksa bir insan; kapısından çıktıktan sonra caddede kazaya uğrasa, ölse; hac yolunda ölmüş oluyor, şehid oluyor. Daha Kâbe'yi görmedi?.. Görmedi ama yolunda...

Onun için hayra vesile olan şeyler, sevaptır. Bu hoparlör olsun, bu teyp olsun, bu bant olsun, vs. olsun; bunlar hayra vesile olan şeylerdir. Meselâ, geniş bir kalabalık... Diyelim ki Harem-i Şerif, Mekke-i Mükerreme... Hoparlör olmasa ne yapacağız?.. Çok zor olur. İmama uyup namaz kılmak çok zor olur. Mekke-i Mükerreme'de, Medine-i Münevvere'de imam önüne güzel mikrofonları koyuyor, okuyor; her yerden gümbür gümbür duyuluyor, namazı kılıyoruz.

Bunlar alet edevattır. Alet ve edevat Peygamber Efendimiz tarafından kullanılmıştır. Yemek yeme hususunda, bir şey kesmek hususunda o zamanlar da kullanılmıştır. Aletlerin bir zararı yoktur. Bunu duyuyorum hayret ediyorum. Hoparlörle ezan okumak bid'at değildir; ses daha uzaklara gider. Hoparlörle konuşmak bid'at değildir; herkes uzaklardan duyar.

Büyük mürşid hocalarımız, evliyâullah büyüklerimiz bizden önce bu mikrofonlardan konuştular. Camilerde namaz kılındı. Türkiye'nin her camisinde aşağı yukarı bu mikrofon vardır. Her yerde okunuyor. Bu insanların hepsinin ayağını bir papuca sokarsan, hangi mesnede dayanarak soktun?.. Böyle saçmalık olmaz!..

Ama teybe alsan, teypten ezan okutsan olur mu?.. O zaman olmaz. O iş başka, bu iş başka... Müezzin kendisi camiye geliyor, mikrofonu eline alıyor, okuyor, her taraftan duyuluyor. Sabahleyin kalkıyoruz; Fatih camiinde bir ezan okunuyor, bütün İstanbul'un üstünde bir mübarek hava... İnsan yatağından kalkıyor, mest ü hayran dinliyor. Hoparlör olmazsa hiç bir yerden duyulmaz!.. Minarenin dibinden bile duyulmaz.

Onun için bu iş böylece bilinsin, yanlış fikirlere itibar edilmesin.
http://dervisan.com/kitap/gm1/bidat.html
1. Soru:
--Bid'atleri hasene ve seyyie diye ikiye ayırmak doğru mudur?
--Evet, bazı kitaplarda, bazı büyüklerimiz böyle ayırım yapmışlar. Peygamber Efendimiz'in zamanında olmayan bazı şeyler var ki, dinin icabı olarak düşünülmüş, alimlerimiz karar vermiş, yapmıştır. Evet bid'at gibi bir şey, yeniden çıkmış bir şey ama, o dinin gereği olarak yapıldığı için hasene olarak adlandırılmıştır. Böyle bir taksim kitaplarda vardır. Aslında ona bid'at denilmese, istihsan filân gibi başka isim verilse daha iyi olur.

8. Soru:
--Peygamber Efendimizin zamanında tesbihin olmadığını, tesbihin bid'at olduğunu söylüyorlar; ne dersiniz?
--Tesbih bid'at değildir. Peygamber Efendimiz'in zamanında tesbih vardı. Hurma çekirdekleriyle, çakıl taşlarıyla bunları yapıyorlardı. Ebû Hureyre RA bir ipi düğüm düğüm yapmış, ikibin düğümlü tesbihi vardı.

Bid'at değildir. Bid'at dinde olmayan şeylere derler. Bunlar sahabe-i kirâmın tesbihleri, zikirleri saymak için kullandıkları vasıtalardır. Peygamber Efendimiz'in zamanında da vardır.

Parmaklarıyla yapmışlar, o da bir tesbihtir. Ondört boğum sağ elde var, onbeş boğum da sol elde var... Ondört ondört daha yirmisekiz eder. Beş tane de eklersen 33 olur ama; yüz olursa, bin olursa bu parmaklar karışır. O zaman tesbih kullanılır.

Peygamber Efendimiz Ümmü Hânî Hazretleri'ne, "Günde yüz defa 'Lâ ilâhe illallah' de her gün!" demiş. Ümmetine, "Günde yüz defa 'Estağfirullah' deyin, ben de her gün diyorum." buyurmuş. Şimdi bu yüz defayı karıştırımamak için insanın cebinde yüz boğumlu bir şey olması nedir?.. O sünnetin güzel yapılması için bir vesiledir. Yetmişdokuz oldu, seksen oldu diye rakamla meşgul olacağına, elinde tesbih olunca çeker, mânâyı düşünür. Rakamı kaçırmayayım diye zihnini oyalamakdan, doğruda doğruya mânâyı düşünmek daha iyidir. Onun için bu bid'at değildir.
http://dervisan.com/kitap/gm2/kuran.html#bidat
İLMİHAL

Konusu : Haramlar ve Helâller
İçeriği : GÜNLÜK HAYAT
Başlığı : Bid‘at ve Hurafeler

Dinî terminolojide bid‘at, dinin aslında olmadığı halde inanç ve ibadet alanında sonradan icat edilen inanış ve davranışları ifade eder. Daha açık bir ifadeyle, Hz. Peygamber zamanında olmayan veya meşrû görülmeyen bir inanış, ibadet, dinî anlayış ve davranış bid‘at kavramı içinde yer almaktadır.

İslâm dininde temel inanç esasları açıklanmış, fertlerin ibadet hayatıyla ilgili mükellefiyetleri ayrı ayrı bildirilmiş, gerekli ve yeterli düzeyde tutulan bu inanç ve ibadet mükellefiyetinin orijinal şekliyle korunması-nın gerektiği, bu alanda yapılacak değişikliğin dini tahrif anlamına geleceği belirtilmiştir. Kur’an’da, Yahudilik ve Hıristiyanlığın bu dinlere yapılan iyi niyetli veya kötü niyetli beşerî müdahaleler sebebiyle bozulduğundan sıkça söz edilmesi de yine bu amaca yönelik bir uyarı niteliğindedir. Dinin özünün ve aslî hüviyetinin korunması yönündeki bu vurgular, müslümanların toplumda ortaya çıkan ve geleneksel dinî hayatın devamı sayılmayan yeni durumlar karşısında direnç veya hassasiyet göstermesinin de temel âmili olmuştur. Bu direnç ve tartışmanın yoğunlaştığı alanlardan birisi de bid’at ve hurafelerdir.

Kur’ân-ı Kerîm’de dinin Hz. Mumammed’in risâletiyle birlikte kemale erdirildiği bildirilir (el-Mâide 5/3). Bu sebeple Hz. Peygamber’den sonra dinde icat edilen ve uydurulan her şey bid‘at kavramına girmektedir. Bid‘at sünnetin zıttıdır. Geniş anlamıyla sünnet Resûl-i Ek-rem’den ve ashaptan sahih olarak nakledilen her şeydir. Kur’ân-ı Kerîm’in, Hz. Peygamber ya da ashabının dinî konularda söylediği, yaptığı veya tasvip ettiği davranışlar bu an-lamda sünnet kavramına girmiş olur. Bid‘at da bunların zıddını teşkil eder.

Bid‘atın kapsamının dinî konularla sınırlı olduğu hususunda İslâm bilginleri görüş birliğindedir. Bu sebeple inanç ve ibadet hayatının dışında kalan yenilikler bid‘at kavramına girmez. Bazı âlimler bid‘atın kapsamını genişleterek müslüman toplumların geleneğinde bulunmayan her yeniliği bid‘at saymaya eğilimli iseler de bu doğru değildir. Hz. Peygamber bir hadislerinde, “Kim benden sonra terkedilmiş bir sünnetimi diriltirse onunla amel eden herkesin ecri kadar o kimseye sevap verilir, hem de onların sevabından hiçbir şey eksiltilmeden. Kim de Allah’ın ve Resulü’nün rızâsına uygun düşmeyen bir kötü bid‘at icat ederse onunla amel eden insanların günahları kadar o kişiye günah yükletilir, hem de onların günahlarından hiçbir şey eksiltilmeden” (Müslim, “İlim”, 6; Tirmizî, “İlim”, 16) buyurarak, kötülenen bid‘atı “Allah ve Resulü’nün rızâsına uygun düşmeyen kötü bid‘at” diye nitelendirmiştir. Bu durumda dinin ruhuna ve genel prensiplerine aykırı olmayan ve ibadet rengine bürünmeyen âdetler bid‘at sayılmazlar. Diğer bir anlatımla, herhangi bir davranış ve anlayış dinî yönü bulunmadıkça, iman, ibadet, günah ve sevap çerçevesine sokulmadıkça bid‘at kavramına dahil olmaz. Meselâ türbelere horoz ve mum adamak, ölünün başında mum yakmak dinin aslında olmadığı, fakat bunu yapanlarca bir nevi ibadet sayıldığı ve bununla sevap umulduğu için bid‘attır. Buna karşılık hacca giderken deveye değil de uçağa binmek bid‘at olmaz. Çünkü netice itibariyle bir yere en güvenli şekilde ulaşma usulüdür. Aynı şekilde unu elekten geçirmek, yemekte çatal, kaşık, masa kullanmak, otomobile binmek, bilgisayar kullanmak da bid‘at olmaz. Bu tür yeniliklere bid‘at olduğu ileri sürülerek karşı çıkılması, dinî bilgiden ziyade fert ve toplum psikolojisiyle açıklanabilir. Bir zamanlar matbaaya bid‘at denilerek karşı çıkılmış olması, geçimini elle yazı yazarak karşılayan sanatkârların ekonomik mücadelesi şeklinde, televizyon, sinema ve futbola karşı çıkılması da içerdiği bazı olumsuzluklara muhafazakâr kesimin tepki göstermesi şeklinde anlaşılmalıdır. Konunun dinî bir tartışma ortamına itilmesi ise, bu konuda dinin insanlar üzerindeki derin etkisinden yararlanmayı hedeflemiş olmalıdır.

Müslümanların dini koruma konusunda gösterdikleri hassasiyetin hayatın tabii gelişimine ve normal değişime karşı bir tavır alışa dönüşmemesi için bir kısım İslâm bilginleri bid‘atı ikiye ayırmışlar, iyi ve yararlı gördüklerine bid‘at-ı hasene, kötü ve zararlı bulduklarına da bid‘at-ı seyyie adını vermişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’i bir mushaf içinde toplamak, hadis kitapları yazmak, teravih namazını cemaatle kılmak, kabirlerin üzerine türbe yapmak gibi hususlar da sonradan ortaya çıkmış şeyler olmakla birlikte İslâm bilginlerince güzel bid‘at olarak nitelendirilmiş, böylece bu tür yararlı faaliyetlerin sırf Hz. Peygamber döneminde yoktu diye terkedilmesini önlemek istemişlerdir. Günümüzde bir hayli yaygın olan mevlid, hâfızlık ve hatim merasimlerinin, camilerin gör-kemli mimarisinin ve tezyinatının, cemaatle namazda toplu tesbihlerin ve mûsikinin, ölümü takip eden belli günlerde düzenlenen dinî toplantıların katı bir yaklaşımla bid‘at olarak nitelendirilmesi yerine, bu tür âdetler dinin aslî unsurlarının yerini almadığı sürece, içerdiği yararlar sebebiyle müsamaha ile karşılanması daha isabetli görünmektedir. Buna karşılık ölenin bedenî ve aynî ibadet borçlarını para ile düşürme içerikli bir ıskat ve devirin, yol açtığı yanlış anlayışlar sebebiyle bid‘at grubunda sayılması gerekir. O halde bir davranışın bid‘at olup olmadığı konusunda kesin ve kategorik bir yaklaşımdan ziyade, o davranışın hangi ortamda ne gibi sonuçlar verdiğinin, mahiyet ve gayesinin göz önünde bulundurulması yerinde olur.

İslâm âlimlerinin dinin inanç ve ibadet esaslarını korumada kararlı bir çizgi izlediği, bununla birlikte bid‘atlarla mücadele konusunda aralarında tavır farklılıklarının bulunduğu görülür. Öyle anlaşılıyor ki, İslâm bilginlerinin farklı bid‘at anlayışları, bid‘ata karşı çok sert veya oldukça müsamahalı yaklaşımları dönemlerindeki dinî hayatta gözledikleri olumlu gelişmelerle veya sapmalarla yakından ilgilidir. İslâm tarihinin değişik dönem ve bölgelerinde eski din ve geleneklerin, yabancı kültürlerin müslümanları etki altına aldığı, zaman zaman yabancı inanış ve anlayışların müslüman toplumlarda yaygınlaştığı bir vâkıadır. Günümüzde de dinin aslında olmayan birçok yanlış inanış ve hurafenin bilgisiz kimselerce dinin gereği veya sevap vesilesi olarak görüldüğü, bu alanın âdeta bir kazanç ve sömürü sektörü oluşturduğu bilinmektedir. Bunu önlemenin yolu, İslâm dininin iyi öğrenilmesi ve öğretilmesidir. Bu olmadığın-da dinin yerini bâtıl inançlar, bid‘at ve hurafeler kolaylıkla doldurabilecektir.

Diğer taraftan, yukarıda bir kısmına değinilen bütün bu olumsuz görüntülere rağmen, İslâm tarihi boyunca müslüman çoğunluk daima istikametini korumuş, dinin ana sınırlarını ve değerlerini ayakta tutmuş, İslâm dininin inanç, ibadet ve hukukla ilgili temel hükümlerinde ve temel ahlâkî değerlerinde ciddi bir sapma yaşanmamış, İslâm’ın öz ve yapısı hiçbir zaman değişmemiştir. Bu da dinin Allah tarafından korunduğunu, İslâm toplumlarında bid‘at ve hurafelerin hiçbir zaman dinin aslını tahrif edecek boyuta varmadığını, her zaman toplumsal sağduyunun egemen olduğunu göstermesi yönüyle sevindiricidir.
http://sorusor.diyanet.gov.tr/
"Biz herkese hüsn-ü zan eder, kimsenin aleyhinde bulunmayı sevmeyiz. Rahmetli babamdan aldığım ders şudur ki: Oğlum "herkes iyi, ben yaman, herkes buğday, ben saman" de ve öylece kabul et." Mehmed Zâhid KOTKU (Rh.A.)
Post Reply

Return to “Fıkıh”