Ahmediye Tarikatı
-
- Posts: 3
- Joined: 31 Jul 2009, 22:40
Re: Ahmediye Tarikatı
Kendisi müctehidliğe mi soyunmuş ne ? Tekrar yazışacak birşey yok Ahmet Bey, merak edenlere gerekli bilgileri vermişsiniz sanırım.Selametle.
Last edited by maneviyat on 16 Aug 2009, 02:06, edited 2 times in total.
-
- Posts: 0
- Joined: 16 Aug 2009, 00:17
- Kan Grubu: A (+)
- Yusuf Esad
- Genel Yetkili
- Posts: 361
- Joined: 29 Jun 2007, 17:08
- Kan Grubu: B (+)
- Location: İmtihan Dünyası
Re: Ahmediye Tarikatı
Arkadaşlar kimsiniz bilmiyorum ama hoş güzel de bu yaptığınız propagandanın yeri burası değil. Bazı arkadaşlarımızın öğrenmek istedikleri bilgileri bir kardeşiniz verir kafîdir. Ama bu şekilde uzatıp olayı propagandaya vardırmak nahoş bir görüntü sergilemektedir ki bu yaptığınız ortam ise misyonu ve vizyonu tüm Türkiye'ce bilinen büyük bir grubun alanıdır.
Bunun içindir ki konuyu dallandırmamanızı rica ederiz. Eğer devam edecek olunursa da görevlerimiz itibari ile konuya kapatırız vesselam...
Not: Ayrıca farklı kullanıcı adları ile hesap açmış olsanız da hepiniz aynı I.P adreslerini kullanıyor olmanız hiç de etik değil.
YuSUfÎ Es'ad
Bunun içindir ki konuyu dallandırmamanızı rica ederiz. Eğer devam edecek olunursa da görevlerimiz itibari ile konuya kapatırız vesselam...
Not: Ayrıca farklı kullanıcı adları ile hesap açmış olsanız da hepiniz aynı I.P adreslerini kullanıyor olmanız hiç de etik değil.
YuSUfÎ Es'ad
"Aşıkların tüm sırları aşîkardır." Rumî
-
- Posts: 280
- Joined: 01 Sep 2007, 17:58
- Kan Grubu: A (+)
Ahmediye Tarikatı(nın Namaz ve Oruç Hakkındaki Görüşleri)ne
Bismillahirrahmanirrahim.Ahmet BAŞARA wrote:Bismillahirrahmanirrahim.
Aşağıda yazacaklarım hiçbir kimseye cevap niteliğinde olmayıp ilgilenenlere ve hakkında bilgi sahibi olmak isteyen kardeşlere izahat içindir.
....Ahmet ULUKAYA Beyefendi bir tarikate bağlı değildir.Yeni oluşum bir tarikatin devamı da değildir.Bütün hayatı Kur'an ve Sünnet çizgisindedir.İslam Şeriatına sıkı sıkıya bağlıdır.Bu konuda asla taviz vermemektedir.
....Kendiside "Tasavvuf Kur'an ve Sünnnete sıkı sıkıya bağlı olmak,Resûlullah'ın (sav) izine basa basa yürümektir"der.
..... Ülkemizde akedemik alanda tasavvuf konusunda söz sahibi ve otorite kabul edilen Sayın Prof.Dr.Hasan Kamil YILMAZ Beyefendi....
Ayrıca D.İ.Başkanlığından kitapları esas alınarak (konunun uzmanları tarafından incelenmek kaydıyla)görüş istenebilir.
..... Sayın A.ULUKAYA ayrıca şair ve yazardır.Dünyaca tanınan şair ve yazarların birçoğunu, eserlerini okumuştur.Entel-lektüeldir.Gerçekten yüksek bir kültüre sahiptir.
...... Aynı zamanda yaşayan bir mutasavvıftır.Velidir,Mürşid-i Kamildir.
Vahdet-i Vücûd'u savunmaktadır.Melâmilik yönü vardır.
Üveysî meşrebtir.Kimseden ders almamıştır.Daha önceleri AbdülKâdir Geylanî Hz.lerinin ruhaniyetinden feyz almıştır.
Fıkıh alanındaki bazı görüşleri şöyledir;
Kaza namazı yoktur.
............Hanımlar ma'lum hallerinde namaz kılmalı ve oruç tutmalıdırlar.
...... D.İ.Başkanlığı da bu konularda halkı aydınlatmalı ve bilgilendirmelidir.Zaten yakın gelecekte bu konular D.İ.Başkanlığınca yeniden ele alınacak ve düzenlenecektir.Bu görüşümüzünde arkasındayız.
..... Evet yeni bir tarikat kurmuştur.Şartlardan ve ihtiyaçtan kaynaklandığı için.Sonra gelenler tarikat ve mezhep kuramaz diye ne Kur'an'da ne de Sünnette bir engel yoktur.Mezhepler ve tarikatler ya, yorum ve uygulamala-rını Kurân ve Sünnete uygun olarak,insanların yaşadığı şartları da gözönünde bulundurarak yenilemelidirler,ya da yeni mezhep ve tarikatler kurulmalıdır.
....Yazacak çok şey var.Ama buraya sığmaz.Teşekkür ederim.Tekrar yazışmak üzre Hoşçakalın.
Hamdin tümü Yüce Allah'adır, hamdederiz.
Salat ve selam O'nun (c.c.) habibi ve son elçisi efendimize ve O'nun (s.a.v.) âl ve ashabınadır. Salat ve selâm olsun.
Aşağıda yazacaklarım Ahmet ve Yüksel Yılmaz kardeşlerime bir cevap değildir (veya cevaptır). Sitemizi ziyaret eden tüm kardeşlerimize bilgi sunmak içindir.
Ahmet ULUKAYA beyefendinin şair ve yazarlığı konusunda birşey söyleyemeyeceğim. Ancak Ahmet Başara bey hediye olarak gönderir ise okuruz. Mesajlarımızda özel adreslerimiz belirtilmediği için eğer Ahmet Başara bey e-posta adresiniz ..........[email protected] ise ve mesajınızda doğrular iseniz kendi adresimi size ulaştırayım siz de A.Ulukaya beyefendinin kitaplarını bana ulaştırınız.
Kendilerinin zaruretten tarikat kurdukları, tasavvuf yolunda oldukları belirtilmiş ancak kendilerinin bu alandaki düşüncelerini bilmediğimiz için bu konu hakkıda şimdilik sukut ediyorum.
Ancak hem Kur'an ve Sünnet çizgisinde oldukları hem de şeriate sıkı sıkıya bağlı oldukları belirtildiği için yukardaki iki konunun yani kaza namazları ve kadınların özel hallerindeki namaz-oruç ibadetleri hakkındaki görüşleri ile ilgili olarak aşağıda bilgileri aktarıyorum.
Bu bilgiler Ahmet Başara beyin mesajında belirttikleri ve A.Ulukaya beyefendi için görüşlerine müracaat edebileceğimiz şahısların bizzat katıldıkları görüşlerdir ve Diyanet İşleri Başkanlığının iki ciltlik İlmihal kitabından alınmıştır. Kendileri de arzu ederlerse daha fazlasını orada bulabilirler.
A.Ulukaya beyefendi için hakem kılmamız istenen kurumun aşağıdada aktarılan eserinde :
"Üzerinde görüş birliği sağlanmış ibadet konularında değiştirme yapılacak olursa, din, kendine mahsus özelliklerini yavaş yavaş yitirir ve tanınmaz hale gelir. Bu bakımdan özellikle ibadet konularında gerçekleşmiş olan icmâlara dikkat etmek, bunlara aykırı davranmamak şarttır. Zaten bu tür icmâlara aykırı davranmak, öteden beri âlimler tarafından bid`at ve sapıklık olarak değerlendirilmiş, hatta konunun önem derecesine göre bazı icmâları inkâr edip karşı gelmenin küfür olacağı belirtilmiştir." denilmektedir.
Bir kardeşimizin dediği gibi acaba A.Ulukaya beyefendi, şairliğinin, yazarlığının ve mürşid-i kamilliğinin yanısıra bir de dinde "mutlak müçtehid"midir? diye düşünmekteyiz.
Yüce Allah (c.c.) ilmimizi arttırısın;
Bizlere Hakk'ı Hakk olarak göstersin ve ona tabi kılsın.
Batılı batıl olarak göstersin ve bizleri ondan uzak tutsun.
Ve bizi kendisine (rızasına), efendimiz (s.a.v.)'e (şefaatine) ulaştıracak hakiki yol rehberlerinin yolundan/izinden ayırmasın.
Onları da başımızdan eksik etmesin.
Selamün Aleyküm!
“Özel durumlarında kadınlar namaz ve oruç gibi ibadetlerden muaftır. Kur'ân-ı Kerîm'de hayız durumunun bir eza ve rahatsızlık hali olduğu bildirilmekte ve erkeklerin bu durumdaki eşleriyle cinsel ilişkide bulunmaları yasaklanmaktadır. Hz. Peygamber, bu durumda olan kadınların namaz kılmayacaklarını ve oruç tutmayacaklarını açıklamıştır. Kadınlar bu dönemlerinde kılamadıkları namazları kazâ etmeyecekler, fakat tutamadıkları oruçları kazâ edeceklerdir. Bu hükümler üzerinde icmâ edilmiş ve bu konuda aykırı bir görüş öne sürülmemiştir.
Öte yandan özel durumlarında kadınların namaz ve oruç gibi ibadetlerden muaf tutulması, bir "haktan mahrumiyet" değil, "görevden muafiyet"tir. İbadetler, bir dinin temel unsurları içerisinde yer alması bir yana, o dinin alâmet-i fârikası, ayırıcı özelliğidir. İbadetler, diğer sosyal ve hukukî kurumlardan farklı olarak, zamana ve zemine göre değişme göstermeyen sabit konulardır. Üzerinde görüş birliği sağlanmış ibadet konularında değiştirme yapılacak olursa, din, kendine mahsus özelliklerini yavaş yavaş yitirir ve tanınmaz hale gelir. Bu bakımdan özellikle ibadet konularında gerçekleşmiş olan icmâlara dikkat etmek, bunlara aykırı davranmamak şarttır. Zaten bu tür icmâlara aykırı davranmak, öteden beri âlimler tarafından bid`at ve sapıklık olarak değerlendirilmiş, hatta konunun önem derecesine göre bazı icmâları inkâr edip karşı gelmenin küfür olacağı belirtilmiştir.
“İbadetlere ilişkin hükümler, tabiatları icabı değişmeye pek açık olmadıkları için, öteden beri genel kabul gören ibadet uygulamalarını, "çağa uydurma ve kolaylaştırma" adıyla değiştirmeye çalışmak, fayda yerine zarar vermekte ve insanların dine bağlılıklarını ve samimiyetlerini zedelemekte ve sarsmaktadır.
İbadetler, her ne kadar bizzat amaç olmayıp öz itibariyle yüksek amaçlara basamak niteliğinde ise de, dine bağlılığın ve bir anlamda dindarlığın dışa yansıyan bir göstergesi mesabesindedir. Bu bakımdan sosyo-ekonomik yönü bulunan zekât bir tarafa bırakılacak olursa namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerde biçim ve şekli ikinci plana iterek, on dört asırdır süzüle süzüle gelen genel kabulün dışına çıkmak birçok bakımdan sakıncalıdır.”
“İlmihal dilinde, kadınlara mahsus haller denince hayız, nifas ve istihâze terimleriyle ifade edilen üç durum kastedilir.” .. “Bu üç durum, temizlik, namaz, oruç, Kur'an okuma, hac, cinsî münasebet, boşanma gibi birçok hükümle irtibatlı olduğundan fıkıh kitaplarında önemle ele alınır ve ayrıntılı biçimde incelenir.
Kadınlar hakkında ibadet temizliği ve ibadetlere ilişkin bazı özel düzenlemelerin bulunması, bu cinsin ayrıcalıklı, muaf veya ikinci derecede kabul edilmesi anlamında olmayıp bunlar cinsin fıtrî ve fizyolojik özellikleri göz önünde bulundurularak konmuş hükümlerdir. Hayız, nifas ve istihâze durumlarıyla ilgili özel hükümler, bu durumdaki kadınlar için getirilen muafiyet veya yükümlülükler de böyledir.”
“Tarih boyunca âdet kanaması birçok toplumda çok ters yorumlanmış, çeşitli kültürlerin ve yanlış inanışların etkisiyle âdet gören kadın toplumdan ve beşerî ilişkilerden dışlanmıştır. İslâm dini bu yanlışlıkları düzeltmiş, hayız gören kadını günlük hayattan, özel ve sosyal ilişkilerden uzak tutmamış, âdet kanamasının fıtrî ve tabii bir hadise olduğunu belirtmiş, kadını ruhen ve bedenen rahatsız eden bu özel durumda ona karşı gayet normal davranılmasını, bu durumun onun günlük yaşantısını ve beşerî ilişkilerini etkilememesini istemiştir. “
“Hayız hali, İslâm dininde bazı ibadetlerin yapılmasına engel olan hükmî kirlilik (hades) olarak nitelendirilmiş ve bununla ilgili bazı fıkhî hükümler konmuştur. Kur'an'da, hayızın bir nevi sıkıntı ve rahatsızlık hali olduğu, bu dönemde kadınlarla cinsî münasebetten uzak durulması gerektiği (el-Bakara 2/222), boşanmış kadınların üç hayız/temizlik süresi iddet bekleyeceği (el-Bakara 2/228), hayızdan kesilen veya henüz hayız görmeyen kadınların iddetinin ise üç ay olduğu (et-Talâk 54/4) belirtilir. Hadis kitaplarında hayızın tanımı ve mahiyeti, hayız süresinin alt ve üst sınırı, hayız gören kadının dinî muafiyet ve yükümlülükleri, onlarla ailevî, beşerî ve sosyal ilişkiler konusunda gerek Hz. Peygamber'in gerekse hanımlarının önemli ve ayrıntılı açıklamaları yer alır. Bu açıklamalar daha sonraki dönemlerde oluşan fıkhî bilgi ve hükümlerin de ana malzemesini teşkil etmiştir.”
“Hayız, bir nevi abdestsizlik ve cünüplük hali, yani hükmî kirlilik (hades) veya mazeret kabul edilir. Hayızlı kadının namaz kılmasının ve oruç tutmasının câiz ve sahih olmadığında, yani hayzın bu iki ibadetin ifasına engel bir mazeret sayıldığında fakihler görüş birliğindedir. Hayız süresince terkedilen namazların kazâ edilmesinin gerekmediği, oruçların ise temizlendikten sonra tutulacağı hususlarında da görüş birliği vardır. Bu konuda Hz. Peygamber'in bilgi ve onayı dahilinde cereyan eden uygulamalar esas alınmıştır (Buhârî, "Hayız", 20; Müslim, "Hayız", 69; Ebû Dâvûd, "Tahâret", 105).”
“Hayızlı kadının hayız sebebiyle ibadet edememesi, dinin kendisine tanıdığı bir muafiyettir. Bu ibadetleri yapamadığı için dinî bir sıkıntı, eksiklik ve sorumluluk duyması yersizdir. İbadetlerde sayı ve süreden ziyade niyet ve fikrî-ruhî yoğunluk önemlidir.”
“Hayız süresi sona eren kadının ibadetleri eda edebilmesi için gusletmesi gerekir.”
“Kadınların hayız hali ile ilgili dinî hükümler nifas için de geçerlidir. Nifas halinde kadınlara ibadetler konusunda muafiyet tanınır. Namaz kılamaz, oruç tutamaz, Mushaf'ı eline alamaz, Kur'an okuyamaz, mescide giremez, Kâbe'yi tavaf edemez, cinsel ilişkide bulunamaz. Bu sürede terkettiği namazları kazâ etmez, fakat tutamadığı farz ve vâcip oruçları sonradan kazâ eder. Loğusalık dönemindeki cinsel ilişki dinen haram olduğu gibi kadının beden ve ruh sağlığı açısından da son derece zararlıdır. Hayız hali için söz konusu edilen ruhsatlar nifas için de geçerlidir. Nifas hali sona eren kadının gusletmesi gerekir. Gusletmedikçe belirtilen ibadetleri eda edemez. Cinsel ilişkinin helâl olabilmesi için nifas kanı kesildikten sonra kadının gusletmesi veya (Hanefîler'e göre) bir namaz vakti kadar sürenin geçmesi gerekir.”
“İstihâze kanı, dinmeyen burun kanaması, tutulamayan idrar veya bir yaradan sürekli kan akması gibi sadece abdesti bozan bir özür (mazeret) halidir. Bu durumdaki kadın gerekli maddî-bedenî temizliği yapar, tedbirleri alır ve özürlü kimselere tanınan ruhsat ve muafiyetleri kullanarak her bir namaz vakti için ayrı ayrı abdest alıp ibadetlerini eda eder. Alınan bu abdestle o vakit içindeki bütün farz, vâcip ve nâfile, eda ve kazâ namazları kılabilir.”
NAMAZLARIN KAZASI
“Bir namazı vaktinde kılmaya eda, vaktinden sonra kılmaya kazâ denir. Vaktinde kılınamayan namaza fâite çoğulu fevâit denir ki, vakti içinde yakalanamamış namaz anlamındadır. Vaktinde kılınamamış namazı ifade için "kaçmış" anlamındaki fâite kelimesinin kullanılmış olması, bir müslümanın namazı kasten terketmeyeceğini, vakti içinde eda edeceğini, ancak uyuma ve unutma gibi elde olmayan nedenlerle namazın "kaçmış" olabileceğini hissettirmesi bakımından manidar bir seçimdir.
Namaz belli vakitlerde yerine getirilmesi gereken bir farz olduğu için, bir mazeret olmaksızın tembellik ve ihmal yüzünden bile bile namazı vaktinde kılmayan kimse günahkâr olur. Hz. Peygamber, uyuyakalma ve unutmayı bir mazeret kabul etmiş ve bu iki sebepten biriyle bir namazın vaktinde kılınamaması durumunda, hatırlanıldığı vakit kılınmasını söylemiştir. Hz. Peygamber'in bu husustaki ifadesi şöyledir: "Biriniz uyuyakalır veya unutur da bir namazı vaktinde kılamaz ise, hatırladığı vakit o namazı kılsın; o vakit, kaçırdığı namazın vaktidir" (Buhârî, “Mevâkýt”, 37; Müslim, “Mesâcid”, 314-316).
Hadîs-i şeriflerde genel olarak namazın sadece uyku ve unutma durumunda, vaktinin haricinde kılınabileceği üzerinde durulmuştur. Bazı bilginler bu iki mazeretin sınırlayıcı olduğunu düşünerek, tembellik ve ihmal yüzünden bilerek ve farkında olarak namazın kılınmaması durumunda, bu namazı kazâ etmenin gerekmediği kanaatine varmışlar ve namazı farkında olarak vaktinde kılmayanların, o namazı kazâ etme haklarının olmadığını, tövbe ve istiğfar etmeleri gerektiğini öne sürmüşlerdir. Zâhirîler'den İbn Hazm ve daha birkaç bilgin bu görüştedir. Bu görüş sahipleri, namazın kendi vaktinde kılınmasının önemini, bu hususa titizlik göstermek gerektiğini ve namazı ihmal ve tembellik sebebiyle bilerek vaktinde kılmamanın içten yapılacak tövbe dışında, telâfi edilemez bir günah olduğunu vurgulamışlardır.
Ancak Hanefîler'in de içinde bulunduğu büyük çoğunluğu oluşturan fakihlere göre; uyku veya unutma gibi insanın iradesini elinden alan bir özür nedeniyle bir namazı kazâ etmek gerekince, bilerek kılmama halinde haydi haydi kazâ gerekir. Bu görüş sahipleri de, namazı kazâya bırakmanın büyük bir günah olduğunu, bundan dolayı tövbe etmek gerektiğini söylemişler, fakat namaz müslümanın Allah'a karşı olan bir borcu olduğu için, bunu gecikmeli de olsa ödemek durumunda olduğunu dikkate almışlar ve kazâyı bir telâfi yolu olarak görmüşlerdir. Bu durumda kişi, namazı vaktinde kılmadığı için günahkâr olmuştur, fakat daha sonra kazâ ettiği için, namazı terketme günahından kurtulmuş veya bu günahının affedilmesi yönünde önemli bir adım atmıştır.
Vaktinde kılınamamış olan beş vakit farz namazın kazâsı farz, vitir namazının kazâsı ise vâcip olur.”
“Namaz belli vakitlerde yerine getirilmesi gereken bir farz olduğu için, bir özür olmaksızın namazın vaktinde kılınmayıp kazâya bırakılması büyük günahtır ve namazı kazâ etmek bu günahı kaldırmaz. Kaçırılan namazı kazâ etmek, namazı terketme günahını kaldırır, fakat vaktinden sonraya bırakma günahını kaldırmaz. Bunun için ayrıca tövbe ve istiğfar etmek gerekir. “
“Meşrû bir mazeret sebebiyle namazın kazâya kalması veya bırakılması günah olmaz.”
“Uyku ve unutma gibi bir özür sebebiyle namazı geçen kimse günahkâr olmaz. Çünkü Hz. Peygamber, uyku sebebiyle namazı kılamadıklarından şikâyet edenlere şöyle demiştir: "Uyku ihmal değildir. İhmal ancak uyanıklık halinde olandır. Sizden biri namazını unutur veya uyku yüzünden kılamazsa, hatırladığı zaman onu kılsın" (Müslim, “Mesâcid”, 311; Ebû Dâvûd, “Salât”, 11). Ancak namazı kaçırmamak için vaktinde uyanmak üzere tedbir almak elbetteki uygun olur.”
“Hayız ve nifas hallerinde kadınlardan namaz borcu düşer. Yani kadınlardan bu hallerinde namaz kılmaları istenmediği gibi, bu halde iken kılmadıkları namazları daha sonra kazâ etmeleri de istenmemiştir.
Beş vakit namaz süresince ve daha fazla devam eden akıl hastalığı veya bayılma yahut koma halinde namaz borcu düşer. Ancak bu durumlar beş vakit ve daha az bir müddet devam ederse bakılır: Ayıldığı zaman abdest alıp, iftitah tekbiri alacak kadar bir zaman kalmışsa o vaktin namazını kazâ etmesi gerekir.
Dinden dönmüş (mürted) kişinin, irtidat süresince veya daha önce kılmadığı namazları kazâ etmesi gerekmez. Daha önce hac yapmışsa, yeniden bu görevi eda etmesi gerekir. Müslüman toplumların dışında başka bir toplumda İslâm'a giren, yani yabancı bir ülkede müslüman olan kimse namazın farz olduğunu ve nasıl kılındığını öğreninceye kadar mâzur sayılır. Çünkü böylesi bir durumda bazı emir ve yasakların ayrıntılarını bilmemek mazeret kabul edilir.”
"Biz herkese hüsn-ü zan eder, kimsenin aleyhinde bulunmayı sevmeyiz. Rahmetli babamdan aldığım ders şudur ki: Oğlum "herkes iyi, ben yaman, herkes buğday, ben saman" de ve öylece kabul et." Mehmed Zâhid KOTKU (Rh.A.)
-
- Posts: 3
- Joined: 31 Jul 2009, 22:40
Re: Ahmediye Tarikatı
Yusuf Esad wrote:Arkadaşlar kimsiniz bilmiyorum ama hoş güzel de bu yaptığınız propagandanın yeri burası değil. Bazı arkadaşlarımızın öğrenmek istedikleri bilgileri bir kardeşiniz verir kafîdir. Ama bu şekilde uzatıp olayı propagandaya vardırmak nahoş bir görüntü sergilemektedir ki bu yaptığınız ortam ise misyonu ve vizyonu tüm Türkiye'ce bilinen büyük bir grubun alanıdır.
Bunun içindir ki konuyu dallandırmamanızı rica ederiz. Eğer devam edecek olunursa da görevlerimiz itibari ile konuya kapatırız vesselam...
Not: Ayrıca farklı kullanıcı adları ile hesap açmış olsanız da hepiniz aynı I.P adreslerini kullanıyor olmanız hiç de etik değil.
YuSUfÎ Es'ad
-
- Posts: 3
- Joined: 31 Jul 2009, 22:40
Re: Ahmediye Tarikatı
S.A Yusuf Bey,Maksadımız propoganda yapmak değildi.Özür dileriz.Zaten yazımızı geri çektik.İlginize teşekkür ederiz.Sizden ricamız diğer kullanıcılara da bizimle ilgili yazılarını silmelerini veya konuyu tamamen silmelerini önerirseniz müteşekkir oluruz.Allah razı olsun.Sizleri seviyoruz.Biz kardeşiz.Mehmet Zahid KOTKU Hazretlerinden,Esad COŞAN Hazretlerinden ve Nureddin COŞAN Beyefendiden ve tüm ihvanınızdan Allah razı olsun.
-
- Posts: 2
- Joined: 19 Jul 2011, 22:33
- Kan Grubu: 0 (+)
Re: Ahmediye Tarikatı
PİR AHMET ULUKAY 1943 TOKAT doğumludur.Halen tokat da ikamet etmektedir.RESULALLAH(s.a.v) hadisi şerifte:kişinin duyduğu yalan olarak yeter.buyurmktadır.o yüzden siz değerli arkadaşlarımızın AHMET ULUKAYA ve bu mübarek zat gibi arifler hakkında konuşurlarken daha dikkatli olamalrı gerekir.Çünkü ALLAH(C.C) VELİ KULUMA SAVAŞ AÇANA BEN DE SAVAŞ AÇARIM buyurmaktadır.Kendisi aynı zaman da fikri çalışlmaları mevcuttur.Düşünceler ve sözler.insanım benim ve bunun gibi eserleri mevcutuur.ÜVEYSİLİK meselesine gelince ALLAH(c.c) dilerse 1 sn verir.Bu konular sizin öyle konuştuğunuz gibi değil.örnek verecek olursakİ;siz poğaça yapanın tarifini bilirsiniz.ONLAR HEM TARİFİ HEM HAMURU YOĞURMASINI HEMDE PİŞİRMESİNİ BİLİRLER.İLMEL YAKİN-AYNAL YAKİN-HAKKEL YAKİN.Bilmediğiniz konularda bilgilenmek istiyoranız.AHMET ULUKAYANIN SOHBETLERİNİN YAYINLADIĞI İNSANCA ADLI DERGİDEN VEYA BİZZATİ GİDEREK KENDİSİNDEN EL ALARAK İSTİFADE EDEBİLİRİZ.Bilmeyerek sizleri incittiysem hakkınızı helal edin.DERGİNİN www.insanca.com adresinden iletişim bilgilerinede ulaşabilirsiniz.saygı ve sevgilerimle esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu